(ŞAKİR SARIÇAY'ın bu
hikayesi 29 Temmuz 2007 tarihinde Türkiye Gazetesinde
yayınlanmıştır.)

Çakan
şimşekler gündüz gibi aydınlatıyordu yeryüzünü. Dağlar taşlar
hiç bu kadar korkunç olmamıştı, yapayalnızdı. Sert esen rüzgar
ayaklarını yerden kesiyordu sanki. Söylediği türküyü kulakları
zor duyuyordu. Öğlen vakti gece gibi olmuştu. Kıyamette böyle
bir şeydi sanki. Daha çok gençti hayalleri vardı. İstemiyordu
kıyamet gününü hemen. Kepeneğinin altından başını dışarı
çıkardığında kendisini aramaya gelen babasıyla göz göze geldi
Seyit. “Hadi koyunları ağıla götürelim” dedi. Babası. Daha on
yedisinin ortasında olan Seyit “tamam”dedi. Omuzlarındaki o koca
yükün farkındaydı. Bir türlü açılamıyordu babasına. Köydeki çoğu
arkadaşı orta okula gidiyordu evin en büyük çocuğuydu. Acaba
okula yazılırsa mağdur eder miydi anne babası ve kardeşlerini.
Koyun gitmeye
gittiği her yerde dua ederdi. Hatta bir gün yine yağmur yağmış.
Kepeneğinin altında okuması için Allah’a yalvarmıştı. Geçen kış
okula gidip yazın tatile gelen arkadaşları şehirden ve okuldan
bahsetmişlerdi. Hatta okuldaki kızlardan hikayeler anlatmışlardı
hava atarak. Ama seyit işin o tarafında değildi. Samimi biçimde
okuma aşkı vardı içinde. Okuyup ailesine yardımcı olacaktı.
Çünkü yıllar yılı babası, dedesi, dedesinin babası belki beş
yüzyıldır bu topraklarda boğuşmuştu. O bu kısır döngüyü kırmak
istiyordu.
Bir gün
cesaretini toplayıp “baba köydeki tüm arkadaşlarım orta okula
yazıldı. Bende yazılmak istiyorum” dedi. Babası “çok istiyorsan
işler bitince götüreyim” dedi. Daha çok çalıştı Seyit. Gece
gündüz çaba sarf etti. Harmanlar kalktı, mahsuller ambara
dolduruldu. Köyden şehri iyi bilen Mustafa dayı ile birlikte beş
öğrenci adayı ve Seyit ilçeye okula yazılmaya gitti. Okul müdürü
diğer beş öğrenciyi kaydetti ama Seyit’e sıra gelince “olmaz”
dedi. Sen askerden kaçmak için kayıt yaptırıyorsun gerekçesiyle
kaydetmedi. Büyük bir hüzünle köye dönen Seyit, bir hafta sonra
muhtarın haberiyle sevindi. Yakın kasabaya yeterli öğrenci
bulunursa ortaokul açma kararı almış Bakanlık. Hem de yemek ve
barınma ücretlerini de kasaba halkı karşılayacakmış.
Zaten dokuz çocuğun getirdiği yükten bunalmış olan Seyit’in
babası buna çok sevindi. Hatta köyden başka ailelerde bedava
diye çocuklarını okula yazdırdı. Yaşı büyük olan ve boyu da
öğretmenleri kadar olan Seyit azimli, dürüst ve çalışkanlığı ile
dikkatleri üzerine çekti. İlk defa şehir görüyordu. İlk defa
şehirli kadın olarak öğretmenlerini tanıdı. Bayan öğretmenlerin
sürekli kolunda çanta taşımalarına anlam verememişti. Biraz
samimi gördüğü matematik öğretmenine “hocam, bu çantayı niye
taşıyorsunuz” diye sormuştu. Öğretmeni de olgunlukla
karşılayarak “cüzdan, ayna, tarak ve makyaj malzemelerini koymak
için” diye cevaplamıştı. İlk defa takım elbiseyi kasaba halkının
yardımı ile giyen Seyit’in aklında hep ailesi vardı. Elbiseler
ve gördüğü en büyük şehir bu kasaba değiştirmemişti. Biliyordu
babasının imkansızlığını, iki kız kardeşinin halı dokuyup para
gönderdiğini damarlarında hissediyordu. Yabancı siyasi akımların
cirit attığı yetmişli yıllarda kendisini korumuş ve ortaokulu
bitirmişti.
Kısa yoldan ekmeğini eline almak için sanat okuluna yazıldı.
Şimdi daha büyük bir şehir de okuyordu Seyit. Yazları tarlada
bahçede çalışıp, hem de koyun güdüyordu köyünde. Küçük gelen
elbiselerini kardeşlerine götürüyordu. Teknik lise için İzmir’e
geldiğinde yaşı yirmiyi çoktan geçmişti. Yine sıkıntılı lise
yıllarından sonra iş aramaya koyulmuştu. Askeri tersanede
başlayan iş hayatı ile maaş almaya başlamıştı bile. Aldığı
maaşları hiçbir zaman harvurup harman savurmuyordu. Yetecek
kadar harcardı. Kalanı ailesine gönderirdi. Bir yıl sonra
üniversite sınavını kazanarak Ankara’ya gitti. Hiç kavgaya
karışmadan başarı ile bitirdi okulunu. Hayal gibi gelen her şey
gerçekleşmişti. Köyünde ilk fakülte bitiren kişi ünvanını
almıştı Seyit. Koyun güttüğü, kepeneğinin altında dua ettiği
yerleri gezerdi hep. Unutamazdı Kocacam dağlarını. Sohbet
arasında konu açıldı mı “bol bol dua edin” derdi. Seyit’in
delikanlılık çağında ortaokula yazılmasına çok şaşıran “bu
yaştan sonra okunur mu” diyen köyün ileri gelenleri sessizliğe
bürünmüştü. Ama içindeki okuma aşkını haykıran ve duyacak birine
ulaştıran Seyit hiç şaşırmamıştı buna.
Sonra diğer kardeşlerini de okutmak için çok çaba harcayan
Seyit, köyün öncü bir aydını olarak emekliliğine kadar Milli
eğitimin emrinde Anadolu’nun pek çok okulunda ülkemizin
geleceğine öğrenciler yetiştirdi.
Şakir SARIÇAY-İZMİR
|