İSMAİL SARIÇAY
E-Posta: isaricay@gmail.com
Bir varmış bir yokmuş. Pireler berber iken, develer tellal iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir Fakir Ahmet’le Dağali varmış.
Fakir Ahmet Çok yoksul ve fakirmiş. Geçimini elinde bulunan bir eşekle, dağdan udun getirip satarak sağlarmış.
Yine günlerden bir gün dağlara odun kesmeye gitmiş. Odunları keserken, bu zamana kadar hiç duymadığı sesler duymuş.
Bakmış ki, bir dene görsün. Kocaman kocaman yaratıklar. Biraz daha yakına gelince anlamış ki bunlar, atalardan beri anlatılan devlermiş. Koro halinde marşlar söylüyorlar, davullar ve zurnalar çalarak fakir Ahmet’in bulunduğu yere doğru geliyorlar.
Fakir Ahmet, hemen eşeğinin yularından tutarak gümrah ormanların içine çekiyor ve saklanıyor.
Meğer fakir Ahmet’in odun kestiği yerin hemen yanında Devlerin mağaraları varmış. Devler büyük kalabalık halinde ve sırtlarında büyük büyük çuvallar varmış. Devler mağaranın önüne geldiklerinde durmuşlar. Devlerin başkanı mağaranın kapısına varmış demiş ki, “açıl kara gözlü kapım açıl”. Büyük dev bunu üç defa dedikten sonra mağaranın kapısı açılmış.
Bütün devler sırtlarındaki çuvallarlarla içeriye girmişler. Bu defa büyük dev, “Kapan kara gözlü kapım kapan” diyerek kimsenin kendilerini görmesini istemediğinden mağaranın kapısını kapatmış.
Fakir Ahmet bütün dikkatiyle bulunduğu yerden olanları bitenleri izliyor ve anlamaya çalışıyormuş.
Derken devler sırtlarındaki çuvalları bırakıp dışarı çıkacakları zaman yine büyük devin sesi duyulmuş. “açıl kara gözlü kapım açıl”. Mağaranın kapısı açılmış ve hepsi dışarı çıkmış.
Devlerin başkanı tekrar mağaranın çıkışına gelmiş. Bu defa da şöyle bağırmaya başlamış. “Kapan kara gözlü kapım kapan”. Mağaranın kapısı kapanmış.
Devler yine geldikleri yerden marşlarla, davul zurna eşliğinde geri gitmişler.
Fakir Ahmet devlerin mağaraya nasıl girdiğini ve çıktığını iyice izleyip öğrenmiş.
Devler mağaradan uzaklaştıktan sonra, Fakir Ahmet olduğu yerden çıkmış ve doğru devlerin mağarasının önüne varmış.
Eşeğini bir ağaca bağlamış. Mağaranın kapısına varıp, aynen devlerin dediği gibi “açıl kara gözlü kapım açıl” diye üç defa söylemiş. Mağaranın kapısı açılıvermiş.
Mağaranın kapısı açılınca, fakir Ahmet hemen içeriye girmiş. Bir de ne görsün. Her taraf altın çuvallarıyla doluymuş. Altınları görünce gözleri kamaşmış.
Hemen sırtındaki ekmek torbasını çıkarmış. Torbasına bir miktar altın doldurarak, mağaranın kapısının yolunu tutmuş. Tekrar “açıl kara gözlü kapım açıl” diyerek mağaranın kapısını devlerin şifre sözleriyle açıp dışarı çıkmış. Mağaranın kapısını kapatmak için “Kapan kara gözlü kapım kapan” diyerek kapıyı kapatmış.
Eşeğine kestiği odunları sarmış, köyünün yolunu tutmuş. Köye giderken de kendi kendine bu devlerin altınlarını kimseye söylemeyeyim. Lazım oldukça zaman zaman gelir ihtiyacım kadar alır giderim. Böylece hem ben, fakirlikten kurtulurum, hem de devler altınlarının alındığını fark etmezler. Böylece geçinir giderim diye düşünmüş. Fakir Ahmet çok kanaatkar bir adammış.
Neyse bir gün Fakir Ahmet’e para lazım olmuş. Demiş ki, şu Devlerin altınlarından birisini götürüp de satayım. İhtiyacımı gidereyim demiş.
Fakir Ahmet, altının birini almış, satmak için komşusu olan, zengin mi zengin Dağaliye gitmiş.
Selamün Aleyküm Dağali demiş.
Dağali;
Ve aleykümselam komşu. Buyrun bir derdin mi var demiş.
Fakir Ahmet;
Elindeki altını Dağlaiye uzatmış. Komşu bu altını ben satmak istiyorum alır mısın? demiş.
Dağali;
Fakir Ahmet, nereden buldun bu altını. Çok değerli bir altın bu demiş.
Fakir Ahmet;
Dağali biliyorsun, benim işim boz eşekle, dağdan odun getirip satmak. İşte getirip sattığım odunların parasını biriktirip, ilerde lazım olur diye böyle altın alıp bir kenara koydum. Şimdi de lazım oldu satayım dedim.
Dağali;
Peki Fakir Ahmet alayım. Ancak bunlardan başka elinde varsa satacağın zaman yine bana getir ben alırım demiş.
Fakir Ahmet;
Peki komşu diyerek, parasını almış, Dağali’nin yanından ayrılmış.
Gel zaman git zaman, Fakir Ahmet her oduna gittiğinde üçer beşer devlerin altınlarından getirir olmuş. Evinde bir hayli altını birikmiş.
Bir gün yine Fakir Ahmet, kendi kendine yeter artık şu çektiğim fakirlik. Şu altınlardan daha fazlasını satayım da biraz elimde fazla para bulunsun diyerek, eline üç beş tane altın almış, satmak için Dağali’nin yanına gitmiş.
Fakir Ahmet Dağali’ye selam vermiş. Yanına oturmuş. Elindeki altınları göstererek, bunları yine sana satmaya geldim alır mısın? demiş.
Bir avuç altını gören Dağali’nin gözleri faltaşı gibi açılmış.
Dağali;
Fakir Ahmet bu kadar altını sen nereden buldun. Bunlar hem senin bildiğin altınlardan değil. Bu altınlar çok değerli. Söyle bakalım sen bunları nereden alıyorsun? demiş.
Fakir Ahmet söylemek istememiş. Biraz sessiz kalmış.
Dağali;
Komşu söyle söyle. Ben nereden aldığını kimseye söylemem. Biz komşu değil miyiz. Hem de arkadaşız. Hele sen şunları nereden aldın, haydi çabuk söyle bakayım demiş.
Eğer söylersen hem sen şu fakirlikten kurtulur zengin olursun, hem de ben daha zengin olurum.
Fakir Ahmet Zengin Dağali’nin bu ısrarına dayanamamış, tamam tamam söyleyeyim demiş.
Fakir Ahmet Yaşadıklarını bir bir Dağali’ye anlatmış.
Dağali, Fakir Ahmet’e;
Bak fakir Ahmet, seninle beraber oduna gider gibi ben de gideyim. Birlikte birer yük altın doldurup gelelim. Fakat kimseye de söylemeyelim. Devlerin altınlarının hepsi ikimizin olsun tama mı? demiş.
Fakir Ahmet de çaresiz kabul etmiş.
Gel zaman git zaman, bir gün fakir Ahmet, Dağali’ye uğrayarak yarın erkenden hazır ol, altın almaya gidelim demiş.
Zengin Dağali bunu duyunca sevincinden uçacak gibi olmuş. Tamam komşu tamam. Yarın erkenden hazır olurum. Sen evin önünden bana yavaşça sesleniver demiş.
Dağali böyle demiş ama sabahlara kadar uyuyamamış. Yatağında devamlı devlerin mağarasından getirebileceği altınları hesaplamış. Altın çuvallarını akşamdan merdiven başına koymuş ki sabah aceleyle unutmayayım diye.
Hanımına pantolonlarının ve ceketlerinin ceplerini büyüttürmüş. Hatta elbisesinin değişik yerlerine fazladan bir çok cep de diktirmiş.
Çuvalları doldurduktan sonra ceplerine de doldurmayı hesaplıyormuş. Fırsat bu fırsat ne kadar fazla altın getirirsem o kadar zengin olurum diye düşünüyormuş.
Belki bir daha, her hangi bir şey engel olursa gidemem diyormuş kendi kendine. O halde ne kadar getirebilirsem getireyim demiş.
Sabah olmuş Fakir Ahmet eşeğinin yularından tutmuş doğru Zengin Dağali’nin evinin önüne varmış.
Fakir Ahmet Dağali’ye seslenmiş;
Dağali Dağali haydi oduna gidiyoruz. Kalktın mı?
Dağali akşamadan beri zaten ayaktaymış. Bir türlü uyuyamamış.
Dağali yukarıdan seslenmiş.
Geliyorum Fakir Ahmet geliyorum.
Zengin Dağali apar topar, çuvallarını almış heybesine koymuş, eşeğini bağlandığı yerden çözmüş.
Yürü Ahmet yürü.
Çabuk gidelim.
Geç kalmayalım.
Bir an önce işimizi halledelim demiş.
İkisi de binmişler eşeklerine doğru devlerin mağaralarının yanına varmışlar. Devlerin görmemesi için yine Fakir Ahmet’in gizlendiği yere gizlenmişler.
Uzaklardan devlerin sesleri, davul ve zurnaları duyulmaya başlamış.
Fakir Ahmet;
Bak Dağali duyuyor musun devler geliyor demiş.
Dağali daha sesleri duyar duymaz korkmaya başlamış.
Fakir Ahmet, Fakir Ahmet ya devler bizi görür de yerse diye tir tir titremeye başlamış.
Fakir Ahmet’de Dağali’ye;
Sen hiç korkma. Yeter ki, hiç ses çıkarma. Sadece onları izle, yoksa ikimizin sonu da kötü olur demiş.
İkisi de sessiz sessiz, devlerin hareketlerini izlemişler. Devler her zaman olduğu gibi yine mağaranın önüne gelmiş.
Devlerin başkanı büyük dev, “açıl kara gözlü kapım açıl” demiş mağaranın kapısı açılmış. Bütün devler içeriye girmiş.
Tekrar büyük dev “Kapan kara gözlü kapım kapan” dedikten sonra kapı kapanmış. Artık dışarıdan devler görülmüyormuş ama sesleri duyuluyormuş.
Zengin Dağali heyecandan ve korkudan titriyormuş. Ya şimdi devler dışarı çıkarken kendilerini görürse diye durmadan endişeleniyormuş.
Derken büyük devin “açıl kara gözlü kapım açıl” sesi duyulmuş. Mağaranın kapısı açılmış. Devler büyük bir disiplin içinde davullarla ve zurnalarla mağaradan uzaklaşıp gitmiş.
Devler gidince fakir Ahmet ve Zengin Dağali doğru mağaranın kapısına varmışlar.
Fakir Ahmet;
“açıl kara gözlü kapım açıl” demiş ve kapı ardına kadar açılmış. İçeri girdikten sonra Fakir ahmet aynen devlerin yaptığı gibi “Kapan susam kapan, kapan susam kapan, kapan susam kapan” diyerek mağaranın kapısını kapatmış.
Zengin Dağali sarı sarı çuvallar dolusu altınları görünce şaşkına dönmüş.
Ne ne, bu bu bunlar böööyle demiş, başka bir şey söyleyememiş. Dili tutulmuş.
Fakir Ahmet hemen Dağali’ye;
Dağali Dağali kendine gel, kendine gel. Çabuk altınlarımızı alıp gidelim. Yoksa şimdi devler gelir. Altın alamayız bak demiş.
Dağali dev sözünü duyar duymaz kendine gelmiş. Hemen altınları heybesine ve çuvallara doldurmaya başlamış.
Dağali’nin aç gözlülüğünü gören Fakir Ahmet, Dağali’ye şöyle demiş.
Dağali sadece heybeni doldur. Çuvallara koyma. Eğer çok fazla altın alırsak devler farkına varır. Sonra buraya nöbetçi koyarlar biz de bir daha altın alamayız buradan demiş.
Bunun üzerine Dağali heybesini doldurmuş. Bu yetmemiş, hanımına elbisesine diktirdiği bir çok yedek cebi de dışarı taşıncaya kadar doldurmuş.
Fakir Ahmet torbasını, Dağali heybe ve ceplerini doldurduktan sonra hemen buradan gidelim demişler. Dışarı çıkmışlar.
Fakir Ahmet tekrar kapıya “Kapan kara gözlü kapım kapan” diyerek mağaranın kapısını kapatmış.
Her ikisi de binmişler eşeklerine doğru köyün yolunu tutmuşlar.
Dağali, Fakir Ahmet’e şöyle demiş.
Bak Fakir Ahmet, bundan sonra devlerin altınlarından almaya hep beraber geleceğiz tamam mı? Benden habersiz gelme sakın emi. İkimizde artık bundan sonra çok zengin olduk. Daha da zengin olacağız demiş.
Fakat Dağali bir taraftan da, şu Fakir Ahmet’i nasıl atlatsam da, kendim tek başıma gelip, bu hazineler dolusu altınının hepsini ben alsam diye düşünüyormuş.
Fakir Ahmet de;
Tamam Dağali ikimiz beraber gelir, beraber alırız. Benim öyle çok zengin olma hırsım yok zaten. Eğer olsaydı sana bu devlerin hazinesini hiç söyler miydim? Seninle beraber gelip bu sırrımı sana gösterir miydim? Her zaman ikimiz sözleşerek öyle geliriz demiş.
Demiş ama Dağali’nin içi yanıp tutuşuyormuş. Nasıl yapsam da Fakir Ahmet’in haberi olmadan Devlerin bütün altınlarını evime taşısam. Bütün altınlar benim olsa diyormuş.
Günlerden bir gün, zengin olmanın ateşiyle yanan Dağali, almış çuval ve heybelerini, Atlamış eşeğine, Fakir Ahmet’e haber vermeden, doğru Devlerin mağarasına altın almaya gitmiş.
Yine Fakir Ahmet’le yaptıkları gibi sık ormanların içine gizlenmiş, devlerin geliş ve gidişlerini izlemiş. Devler gittikten sonra, Dağali “açıl kara gözlü kapım açıl” diyerek mağaranın kapısını açmış. İçeri girdikten sonra da “Kapan kara gözlü kapım kapan” diyerek mağaranın kapısını kapatmış.
Dağali mağaranın içindeki binlerce altın çuvalını görünce sevincinden deliye dönmüş. Tamam tamam Fakir Ahmet olmadanda ben mağaraya girip altın alabiliyorum.
Bundan sonra buraya, Fakir Ahmet’in haberi olmadan gelip hepsini ben alayım diye kendi kendine konuşuyormuş. Bir taraftan da çuval ve heybelerini dolduruyormuş. Çuval ve heybelerini doldurduktan sonra ceplerini doldurmuş. Yine gözü doymamış. Avuçlarıyla koyunlarına doldurmaya başlamış. Koyunlarından da taşmaya başlayınca, kendi kendine keşke daha çok çuval ve heybe getirseydim, daha çok altın götürseydim diye ha bire mırıldanıyormuş.
Neyse Dağali doldurabileceği ne varsa hepsini doldurmuş. Sıra kapıyı açmaya gelmiş. Kapının yanına varmış “Açıl kapı açıl, açıl kapı açıl” demiş ama kapı bir türlü açılmıyormuş.
Dağali “Açıl kara gözlü kapım açıl” dese kapı açılacakmış ama “kara gözlü kapım” demesini heyecan ve telaşından unutmuş. Bir türlü “açıl kara gözlü kapım açıl“ diyemiyormuş. Çünkü kapının açılış şifresini tam söyleyemediği için kapı bir türlü açılmıyormuş. Neyse Dağali mağaranın içinde böylece kalakalmış.
Akşam Yaklaşmış Dağali eve gelmeyince karısı hemen Fakir Ahmet’e koşmuş.
Fakir Ahmet Fakir Ahmet, benim beyi gördün mü nerede? Diye sormuş.
Fakir Ahmet de;
Görmedim hayrola. Nereye gitmişti Dağali? Demiş.
Dağali’nin karısı da;
Siz beraber oduna gitmediniz mi? Beyim oduna gidiyoruz diye sabah erkenden çuvalları heybeye koyup eşeğine bindi gitti demiş.
Fakir Ahmet Dağali’nin nereye gittiğini hemen anlamış.
Dağali’nin karısına demiş ki;
Şimdi hemen ben onu bulur gelirim sen hiç merak etme komşu demiş.
Fakir Ahmet atlamış eşeğine doğru Devlerin mağarasının yolunu tutmuş. Fakat tam da devlerin gelme zamanı olmuş. Fakir Ahmet her zaman ki gibi yine saklandığı ormanların yanına vardığın da bir de ne görsün. Dağali’nin eşeği orada bağlanıp durur.
Tamam tamam Dağali burada. Şimdi mağaranın içinde olmalı. Fakat bu adam hala içeride ne yapıyor. Devlerin tam gelme zamanı. Fakir ahmet Devlerin gelip gelmediğini çevreye bakarak kontrol etmeye başlamış. Tam o sırada devlerin davul ve zurna sesleri duyulmaya başlamış.
Fakir Ahmet eyvah Dağali devlere şimdi yakalanacak. Şu anda haber vermem de mümkün değil demiş kendi kendine.
Derken Devler büyük bir gürültüyle mağaranın önüne gelmişler. Büyük dev “ Açıl kara gözlü kapım açıl” demiş kapı açılmış.
Dağali içeriden devlerin geldiğini görünce altın çuvallarının arasına gizlenmiş.
Devler içeri girer girmez “burada insan eti kokuyor” diye bağırmaya başlamışlar.
Fakir Ahmet olan ve bitenleri uzaktan izliyor, fakat elinden hiçbir şey gelmiyormuş.
Devlerin kimisi, eğer insan varsa “kalbi benim”, diğeri “butları benim”, bir başkası kellesi benim” diyerek, her dev bulunacak insanın bir parçası kendinin olduğunu yüksek sesle söylüyorlarmış.
Bunları saklandığı yerden duyan Dağali tir tir titriyor, korkusundan durmadan altına salıyormuş. Kendi kendine de durmadan keşke Fakir Ahmet’ten habersiz gelmeseydim ne olurdu, altınların hepsine sahip olayım derken canımdan olacağım.
Ne olurdu bu kadar aç gözlü olmasaydım. Bak Fakir Ahmet, fakir olmasına rağmen, benim gibi aç gözlü değil. Başına da böyle kötü şeyler gelmiyor.
Ne olurdu sözümde dursaydım. Halbu ki ben ona demiştim her zaman beraber gidelim tek gitmeyelim diye. Artık benim sonum geldi. Bu devlerin elinden kurtulmam mümkün değil diye durmadan kendi kendini hesaba çekiyormuş. Fakat artık iş işte geçmiş.
Devler mağarayı didik didik arıyorlarmış. Ararlarken küçük bir dev avazı çıktığınca “ burada bir insan var koşun, burada bir insan var koşun” diye bağırmaya başlamış. Bütün devler koşarak küçük devin yanına varmışlar. Bakmışlar ki Dağali çuvalların arasında saklanmış duruyor.
Tutmuşlar kolundan ortaya çıkarmışlar. Büyük dev getirin şu benim en keskin kılıcımı bakayım. Şunu hepinize parça parça doğrayıp dağıtayım demiş.
Dağali devlere yalım yalım yalvarmış ama, devler kendi hazinelerini çalanları affetmeyeceklerini söyleyerek bunu kabul etmemişler.
Neticede devler Dağali’yi parça parça etmişler. Her deve istediği parçaları vermişler. Devler de kendilerine düşen parçaları mağaranın dışına çıkarıp, güneşte kurusunda öyle yiyelim diye sermişler.
Fakir Ahmet olan ve bitenleri uzaktan izliyormuş ama elinden de bir şey gelmiyormuş.
Ah Dağali benciliğin yüzünden bak başına neler geldi diye kendi kendine söylenmiş ama ne çare.
Böylece, Dağali bencilliğinin ve daha çok zengin olma hırsının cezasını canıyla ödemiş.
Masalımız da burada bitmiş.