ŞAKİR SARIÇAY'DAN HİKAYELER
Diyalog
08 Nisan 2007 Pazar
TÜRKİYE GAZETESİBir hikaye
HACI TERZİ
Makinelerin sesi kaplamıştı ortalığı. Kimse ne konuştuğunu anlamıyordu. Hiç de kopmazdı makinenin ipliği. Çerçevesi ağaçtan onlarca minik camdan oluşan bol pencereli gıcırdayan kapısıyla dopdoluydu küçücük dükkan. Hiç boş kalmaz mıydı burası.Sabah namazı ile açılan ve yatsı ezanı ile kapanan dükkanından kimler giyinmişti kimler. Pantolonlara ne güzel yama atardı Hacı Terzi. Pantolonun her tarafı eskise bile, onun attığı yamalar sağlam dururdu. Namı tüm çevre köylere yayılmıştı. Hele bayram öncesi sıra almak gerekirdi. Onun için köy halkının bayramlık gömlek ve pantolonlarını bayramdan bir ay önce dikerdi ki çevre köylerden gelenlere ayıp olmasın diye.
Hacı Terzi insanoğlunun ilk mesleklerinden birini yapıyordu. Baş köşede kendi makinası hiç durmazdı. Oğulları da karşı köşede makinaları aşıklar gibi atışırdı sanki. Köyün yaşlı amcaları pek başkasına diktirmek istemezlerdi.Geç de olsa illa ki Hacı Terzi diksin isterlerdi elbiselerini. Hoşsohbet insandı. Çok kitap okuduğunu oğullarından duyardık. Her konuda bilgisi vardı. Hele dini konularda mürid gibi dinlerdi müşterileri. Hatta işi olmasa da onun sohbetine çok kişi gelirdi çevreden. Çay ısmarlamaktan çekinmezdi. Hiç metre kullanmazdı. Onun ölçüsü gözleriydi. Çocuğunu getirmezdi çevre köyden gelen adamlar. Yoldan geçen bir çocuğu gösterdiler mi, ona göre ölçü alır dikerdi. Bir defasında kolumdan tutan tanımadığım bir adam beni Hacı Terzinin dükkanına götürdü. Herhalde bana pantolon hediye edecek derken Hacı Terzinin “tamam ölçüyü aldım, çocuğu bırak” demesiyle kurtuldum adamın elinden. Benim gibi çok kişiden duydum bu zorunlu ölçü alma hikayesini. Nereden, nasıl öğrenmişti bu ustalığı? Ustası kimdi Hacı Terzinin. Kuş uçmaz kervan geçmez, şehirlerden ve ana yollardan uzak bir yerdi yaşadığı İcikler Köyü.
Köyün ilk esnaflarıymış Hacı Yeşil ile birlikte. Birisi terzi, diğeri bakkal. Çorak topraklarda yetişmiş köyün aydınlanmasında katkıları olmuş insanlardı. Terzilikte kalmayıp çok maharetli olduğunu cami inşaatında da gösterdi. Köyün sokaklarına beton atılırken ustabaşı olarak yine başroldeydi Hacı Terzi. Lise yıllarında bende gider dinlerdim sohbetlerini. Şaşırtan sorularına cevap bulmak için tüm beyin fonksiyonlarım çalışırdı.
Derlerdi ki “Hacı Terzi pantolonları çift dikiş ile dikiyor” ondan sökülmüyor onun diktikleri. Gerçekten de öyleydi. Sadece dar paçalı pantolon dikerdi. Hiç değiştirmedi stilini. Yetmişli yılların sonunda bol paça modaydı. Ama o hala dar paça dikerdi. Sağlam dikiyor diye ona götürürdü babam. Biraz daha büyüyünce kumaşları Hacı Terziden alır, modaya uygun geniş paça diken Terzi Ali Osman’a götürürdük. Otuz santimlik pantolonu giyen arkadaşlara hava atardık.
Yıllar yılları kovaladı. Dar paça pantolonlar tekrar moda oldu. Hacı Terzi hâlâ devam ediyordu dar paça pantolon dikmeye.
Arkadaşlarla “Ne ileri görüşlüymüş bizim Hacı Terzi, modayı tekrar dediği yere getirdi” diye gülüşürdük.
Sohbetlerinde hep söylerdi “marangoza tabutumu hazırlattım. Onu görünce ölüme daha iyi hazırlanıyorum” diye. Onu örnek alan birçok köylü ihtiyar, tabut yaptırmıştı marangoz Fikret Usta’ya. Üniversite yaz tatiline girdiğinde ziyaret etmeyi planlıyordum Hacı Terziyi.Ben planımı yaparken aniden rahatsızlanmış. Hastaneye yetiştirememişler, çok sevdiği Rabbine kavuşmuş.
Cuma namazına giderken yolun üzerindeki dükkanına küçük pencerelerinden baktım. Tozlanmış makinesi, közlü ütüsü yerli yerinde duruyordu. Sadece Hacı Terzi yoktu, tozlanmış raflardaki kumaşların ölçüsünü alacak...
Şakir SARIÇAY-İZMİR
GÜVEN-1
Yazın sıcağından iyice bunalmıştı. Asfaltlanmamış yollar ona vız geliyordu. Şehrin varoşlarında çalmadık kapı bırakmamıştı. Taşranın çorak topraklarına dikmişti gözünü. Öğrendiği tüm pazarlama tekniklerine yenilerini ekleyerek tatbik ediyordu.
Bir kamyon çelik tencereyi köy köy dolaştırmış ama bir türlü satışı gerçekleştirememişti. Yıllardır pazarlama yapıyordu ama ilk defa ciddi başarısızlıkla karşı karşıyaydı. Aklına cinlik geldi Güven’in.
Ama nerede nasıl uygulayacaktı. Saat akşam üstü beşi gösteriyordu. Birkaç kilometre yol aldıktan sonra eşeğine binmiş suya giden köylülerle karşılaştı.
Güven:
-Selamünaleyküm.
-Aleykümselam, dedi ihtiyar köylü.
-Amca biz çelik tencere satıyoruz. Şu karşıdaki köyün gelir durumu nasıl, satabilir miyiz?
-Yok beyim, yaz günü köyde insan bulamazsın zaten. Bulsanız bile bu mevsim kimsede para bulunmaz. Bizim buralarda harman kalkmayınca köylünün cebi para görmez.
-Sağ ol amca.
Sonra kamyonun şoförüne dönüp,
-Yürü, bu köye gidiyoruz, onlara sürprizim var.
Üç buçuk kilometrelik toprak yolu heyecanla aşıp köyün meydanına geldiler. Çoğu köyde olduğu gibi kahvehanelerle çevrili bir alandı burası. Köşede muhtarın kullandığı bazı camları kırık, içinde tahta sandalyelerin ve derme çatma boyasız, üstünde birkaç resmi evrak görünümüne kağıt ile muhtarlık mührünün olduğu bir masanın bulunduğu muhtarlık bürosu vardı. Ama her zamanki gibi muhtarda tarlasında işinin başındaydı.
Güven kafaya koymuştu. Bu köy son şansıydı. Bir kamyon malı satmalıydı. Kahveciye muhtarı sordu. Muhtarın yakında bir bahçede olduğunu öğrenince çağrılmasını istedi.
Muhtar ile birlikte birkaç aza da geldi. Köyün yaşlıları da derken yirmi otuz kişi misafir gelmiş diye toplandı. Muhtarın ısmarladığı çayları içerlerken ikindi ezanı okunmuştu çoktan.
Günübirlik yaşamayı kendine düstur edinmiş, sürekli iş değiştiren ve insanların sırtından alavere dalavere yaparak geçinmenin yolarını iyi bilen, masum, herkesi kendi gibi dürüst bilen insanların kanını sülük gibi emen Güven’in aklına bir cinlik daha geldi.
-Muhtar abdestin var mı?
-Yok ama caminin şadırvanında alırız.
Misafirin camiye gitmesi köylü üzerinde olumlu bir izlenim bıraktı.
Sürekli abdestli gezdiğini belirten Güven’e karşı müthiş bir sıcaklık doğdu cemaat arasında. Namazdan çıkıncaya kadar köylüler tarlalarından dönmeye başladı. Kimisi traktörünün, kimisi de eşeğinin üstünde, kimisi de sesiyle ortalığı yıkan Rus motorlarıyla dönüyordu. Güven imamdan rica ederek cami hoparlöründen herkesin kahvelerde toplanmasını ve çok önemli açıklamalar yapacağını belirtmesini istedi. Köyün büyük çoğunluğu kahvelerde toplandı. Güven tüm kahvehane sahiplerinden televizyonlarını on beş dakika kapatmalarını istedi. Tüm kahveciler bu ricaya uydu. Merakla bekleyen ve toprak yanığından yüzleri kırışmış köy halkı pür dikkat kesildi.
Köy meydanına bir masa koyduran ve üstüne çıkan Güven, gür bir sesle konuşmaya başladı.
-Beni tanıyor musunuz?
-Hayır tanımıyoruz, dedi çok sıkıntı çekmiş,nur yüzlü bir ihtiyar.
-Beni bugün tanımıyorsunuz ama bir hafta sonra Türkiye’de beni tanımayan insan kalmayacak. Ben Güven Namlı. Avrupa’da altı aydır bir yarışma yapılıyor. Türkiye’de de bu yarışmaya katılan ve Türkiye’yi temsil eden benim. Bu yarışmanın adı “en çok çelik tencere satma yarışması”. Ülkemizi sizlerin adına en iyi şekilde temsil edeceğim. Bu elimdeki son çelik tencere kamyonu. Eğer bu kamyonu da satarsam Avrupa’da birincilik kürsüsüne çıkacağım. Türk bayrağını göndere dikeceğim. İstiklal marşını küffara dinleteceğim. Ülkemiz bir şampiyonluk daha kazanacak. Hepinizi bu kutsal göreve davet ediyorum. Yarışma süremiz bu akşam bitiyor. Gelin hep birlikte ülkemizi birinciliğe taşıyalım.
Güven sözlerini bitirmişti ki,köy halkı çoktan kamyonun önünde sıraya geçmişti bile.
-Acele etmeyin hepinize yetecek tenceremiz var, diyen Güven Namlı, bütün malları satmanın keyfi ile adeta dört köşe olmuştu. Akşam ezanı okunduğu halde muhtarın,
-Gel namaza gidelim, teklifini
-Öbür köyde kılarız,
diye geri çevirdi. Süratle köyü terk eden satış ekibi ve Güven, şehirdeki depoda satılmayı bekleyen yeni tencereleri düşünüyordu.
Gururla memleketin birinciliğine katkıda bulunduklarını birbirlerine anlatan köylüler günlerce,haftalarca bu konuyu konuştular. Her akşam televizyon kanalları arasında,ana haberlerden,magazin programlarına kadar,televizyondan birincilik kürsüsüne çıkacak Güven’i arayan köylüler, kavrulmuş suratları ile tarlada çalışmaya devam ettiler.
GÜVEN-2
01 Nisan 2007 Pazar
Türkiye gazetesi
PARA HIRSI UĞRUNA...
Yazın sıcağından iyice bunalmıştı. Asfaltlanmamış yollar ona vız geliyordu. Şehrin varoşlarında çalmadık kapı bırakmamıştı. Taşranın çorak topraklarına dikmişti gözünü. Öğrendiği tüm pazarlama tekniklerine yenilerini ekleyerek tatbik ediyordu.
Bir kamyon çelik tencereyi köy köy dolaştırmış ama bir türlü satışı gerçekleştirememişti. Yıllardır pazarlama yapıyordu ama ilk defa ciddi başarısızlıkla karşı karşıyaydı. Aklına bir fikir geldi Güven’in.
Ama nerede nasıl uygulayacaktı. Saat akşam üzeri beşi gösteriyordu. Birkaç kilometre yol aldıktan sonra eşeğine binmiş suya giden köylülerle karşılaştı.
Güven:
- Selamün aleyküm.
- Aleyküm selam, dedi ihtiyar köylü.
- Amca biz çelik tencere satıyoruz. Şu karşıdaki köyün gelir durumu nasıl, satabilir miyiz?
- Yok beyim, yaz günü köyde insan bulamazsın zaten. Bulsanız bile bu mevsim kimsede para bulunmaz. Bizim buralarda harman kalkmayınca köylünün cebi para görmez.
- Sağol amca.
Sonra kamyonun şoförüne dönüp:
- Yürü, bu köye gidiyoruz, onlara sürprizim var.
Üç buçuk kilometrelik toprak yolu heyecanla aşıp köyün meydanına geldiler. Çoğu köyde olduğu gibi kahvehanelerle çevrili bir alandı burası. Köşede muhtarın kullandığı bazı camları kırık, içinde tahta sandalyelerin ve derme çatma boyasız, üstünde birkaç resmi evrak görünümünde kağıt ile muhtarlık mührünün olduğu bir masanın bulunduğu muhtarlık bürosu vardı. Ama her zamanki gibi muhtar da tarlasında işinin başındaydı.
Güven kafaya koymuştu. Bu köy son şansıydı. Bir kamyon malı satmalıydı. Kahveciye muhtarı sordu. Muhtarın yakında bir bahçede olduğunu öğrenince çağrılmasını istedi. Muhtar ile birlikte birkaç aza da geldi. Köyün yaşlıları da derken yirmi otuz kişi misafir gelmiş diye toplandı. Muhtarın ısmarladığı çayları içerlerken ikindi ezanı okunmuştu çoktan.
Günübirlik yaşamayı kendine düstur edinmiş, sürekli iş değiştiren ve insanların sırtından alavere dalavere yaparak geçinmenin yolarını iyi bilen, masum, herkesi kendi gibi dürüst bilen insanların kanını sülük gibi emen Güven’in aklına bir şey daha geldi.
- Muhtar abdestin var mı?
- Yok ama caminin şadırvanında alırız.
Misafirin camiye gitmesi köylü üzerinde olumlu bir izlenim bıraktı. Sürekli abdestli gezdiğini belirten Güven’e karşı müthiş bir sıcaklık doğdu cemaat arasında. Namazdan çıkıncaya kadar köylüler tarlalarından dönmeye başladı. Kimisi traktörünün, kimisi de eşeğinin üstünde, kimisi de sesiyle ortalığı yıkan Rus motorlarıyla dönüyordu. Güven imamdan rica ederek cami hoparlöründen herkesin kahvelerde toplanmasını ve çok önemli açıklamalar yapacağını belirtmesini istedi. Köyün büyük çoğunluğu kahvelerde toplandı. Güven tüm kahvehane sahiplerinden televizyonlarını on beş dakika kapatmalarını istedi. Tüm kahveciler bu ricaya uydu. Merakla bekleyen ve toprak yanığından yüzleri kırışmış köy halkı pür dikkat kesildi.
Köy meydanına bir masa koyduran ve üstüne çıkan Güven, gür bir sesle konuşmaya başladı.
- Beni tanıyor musunuz?
- Hayır tanımıyoruz, dedi çok sıkıntı çekmiş, nur yüzlü bir ihtiyar.
- Beni bugün tanımıyorsunuz ama bir hafta sonra Türkiye’de beni tanımayan insan kalmayacak. Ben Güven Namlı. Avrupa’da altı aydır bir yarışma yapılıyor. Türkiye’de de bu yarışmaya katılan ve Türkiye’yi temsil eden benim. Bu yarışmanın adı, “En çok çelik tencere satma yarışması”. Ülkemizi sizlerin adına en iyi şekilde temsil edeceğim. Bu elimdeki son çelik tencere kamyonu. Eğer bu kamyonu da satarsam Avrupa’da birincilik kürsüsüne çıkacağım. Türk bayrağını göndere dikeceğim. İstiklal marşını küffara dinleteceğim. Ülkemiz bir şampiyonluk daha kazanacak. Hepinizi bu kutsal göreve davet ediyorum. Yarışma süremiz bu akşam bitiyor. Gelin hep birlikte ülkemizi birinciliğe taşıyalım.
Güven sözlerini bitirmişti ki, köy halkı çoktan kamyonun önünde sıraya geçmişti bile.
- Acele etmeyin hepinize yetecek tenceremiz var, diyen Güven Namlı, bütün malları satmanın keyfi ile adeta dört köşe olmuştu. Akşam ezanı okunduğu halde muhtarın, “Gel namaza gidelim”, teklifini, “öbür köyde kılarız”, diye geri çevirdi. Süratle köyü terk eden satış ekibi ve Güven, şehirdeki depoda satılmayı bekleyen yeni tencereleri düşünüyordu.
Gururla memleketin birinciliğine katkıda bulunduklarını birbirlerine anlatan köylüler günlerce, haftalarca bu konuyu konuştular. Her akşam televizyon kanalları arasında, ana haberlerden, magazin programlarına kadar, televizyondan birincilik kürsüsüne çıkacak Güven’i arayan köylüler, kavrulmuş suratları ile tarlada çalışmaya devam ettiler... Şakir Sarıçay / İzmir