SENİN İŞİN SENİN OLSUN
İcikler’de Kaytar efendiyle karısı Zeynep hanım vardı. Kaytar efendi kış gelince sabah erkenden öküzlerini önüne katar çifte gider, akşama kadar çiftini sürüp eve dönerken ormandan eşeğine bir yük odun hazırlayıp sarar gelirdi.
Akşam yemeğini yedikten sonra da hemen köy kahvesine iner, arkadaşlarıyla sohbet edip dertleşirdi.
Zeynep hanım da ev işlerini görür, çocuklarına ve evdeki tavuklarına bakardı.
Kısacası Kaytar efendi çift çubuk işlerine, Zeynep hanım da elinden geldiğince ev işlerini yapardı.
Zaman zaman bu karı koca, bir birlerinin işlerini gündeme getirirlerdi. İkisi de bir birinin yaptığı işleri beğenmezlerdi.
Kaytar efendi hanımının akşama kadar ne yaptığını sık sık sorar dururdu. Karısının yaptığı işleri hiç önemsemez ve işten saymazdı. Her gün karısının yaptığı işlerle alay eder onu azarlardı.
Zeynep hanım da beyinin sadece çift çubuk işi yaptığını, başka bir şeye el sürmediğini söyler, beyinin başının etini yer dururdu.
Zeynep hanımın yaptığı işler gerçekten de ispatı pek mümkün olmayan işlerdi.
Her Allah’ın günü evin temizliği yapılır fakat görülmezdi. Çocuğunun altını temizler, yıkar, karnını doyurur fark edilmezdi.
Her hafta köy fırınına ekmek eder, her öğün yemek yapar ama yine de göze pek görünmezdi.
Bütün ailenin çamaşırlarını elinde bir toku, akşamlara kadar yıkar, fakat Kaytar efendi bunları hiç işten saymazdı.
Yıllarca bu çeşit tartışmalar sürüp gitti. Bir gün Zeynep hanımın aklına bir fikir geldi. Beyiyle işeri değişmek.
Yine bir gün Kaytar efendi açtı ağzını, yumdu gözünü, ha bire karısına laf söylemeye başladı.
-Senin yaptığın işleri işten mi sayıyorsun?
-Akşamlara kadar ne yapıyorsun?
-Allah’a aşkına bu gün ne yaptın yine?
-Ben senin yaptığın işleri tek parmağımla yaparım diye söylenip duruyordu.
Zeynep hanım beyine;
-Bey bey sana bir teklifim var dedi.
Kaytar efendi;
-Buyur söyle bakalım hanım teklifin neymiş?
Zeynep hanım;
-Bey sen benim işleri hiç beğenmiyorsun değil mi?
Kaytar efendi;
-Beğenecek ne iş yapıyorsun ki beğeneyim.
Zeynep hanım;
-O zaman ben diyorum ki, gel şu yaptığımız işleri değişelim tamam mı? Sen evde kal benim yaptığım işleri yap, ben de senin yaptığın işleri yapayım.
Kaytar efendi karısından hiç böyle bir teklif beklemiyordu. Bu teklif karşısında bir an durakladı, hayır olmaz diyecek oldu.
Fakat bu zamana kadar söyledikleri sözler aklına geldi. İster istemez gönülsüzde olsa tamam değişelim diyerek kabul etti.
Kaytar efendi kabul etti ama, bir taraftan da içine korku düşmeye başladı.
Kendi kendine;
Her şey tamam ama şu ekmek hamurunu ben nasıl yoğururum?
Elime çamaşır tokusunu alıp akşama kadar nasıl çamaşır yıkarım? diye vesveseye başladı.
Kaytar efendi akşam oldu yatağına yattı. Gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Sağa dönüyor, sola dönüyor uyuyamıyordu. Huzursuzluğu her halinden belliydi.
Bir ara karısı Zeynep hanım;
-Bey bey dönüp durma artık uyu. Yarın köy fırınına ekmek edeceksin. Malların altını süpürüp köy dışına sırtında keleterle götürüp gübreliğe atıp geleceksin. Uyu da dinlen biraz dedi.
Kaytar efendi bu sözlere karşılık verecek oldu ama, ya bu işleri yapamazsam diye düşündü ve karısının söylediklerini duymazdan geldi.
Kaytar efendinin ayakları yavaş yavaş suya değmeye başladı. Yahu keşke şu hanıma, o lafları söylemeseydim demeye başladı içinden.
Bir anda adının anlamı geldi aklına. Benim adım dobra dobra kaytar. O zaman hanıma verdiğim şu sözden de kaytarayım diye düşündü. Fakat, yok yok o zaman erkekliği suya düşürürüm olmaz dedi kendi kendine.
Kaytar efendi yatağında hem uyuyamıyor, hem de durmadan sabahın olmamasını istiyordu. Çünkü sabah erkenden kalkıp çifte gidecek karısının çorbasını pişirip karnını doyuracak çifte gönderecekti. Sonrada bulaşıkları ve çocukların kirlettiği bezleri yıkayacaktı. Ondan sonrada köy içinde dolaşarak köy fırınından ekmek etme sırası alacaktı.
Peki köy fırınından ekmek yapma sırası almak için, köyde o gün fırında ekmek edecek kadınlara gidip Ayşe, Fatma fırına beni de sıraya koyun diyecekti. Ama nasıl?
Ya o kapısını çaldığım kadınlar beni ayıplarsa, ya benimle alay ederlerse, yada ben fırın sırası sorunca benim halime kahkaha atarlarsa benim halim ne olur?
Peki akşam köy kahvesine nasıl ineceğim, insem de arkadaşlara nasıl cevap vereceğim? orada herkes beni ayıplarsa, alaylı alaylı gülerlerse ne olacak?
Bundan sonra ben kahveye de inemem artık. Yoksa hanımın işlerini küçümsemekle iyi yapmadım mı?
Verdiğim sözden caysam nasıl olur gibi düşünceler Kaytar efendinin kafasından bir film şeridi gibi geçiyordu.
Zeynep hanım yatmadan önce kafasında şöyle bir plan yaptı. Nasıl olsa sabah bey kalkıp çorbamı hazırlayacak. Karnımı doyurup binerim eşeğe, katarım öküzleri önüme, gider tarlayı sürer gelirim.
Bir saat önceden çift sürmeyi bırakır, bir eşek yükü odun hazırlar, sararım eşeğe, katarım önüme, çeker gelirim diye hayaller kuruyordu.
Zeynep yapacağı işlerden pek endişe duymuyordu. Nasıl olsa yıllardan beri gördüğü ve bildiği işlerdi. Onun için hemen yatar yatmaz da horul horul uyumaya başladı.
Kaytar efendi eşinin horul horul uyuduğunu görünce; amma da kaygısız kadın. Daha yatar tatmaz uyudu. Demek ki benim işleri yapmakta kendinden emin. Bravo şu kadına dedi sessiz sessiz.
Sabah horozlar ötmeye başladı. Kaytar efendi hala uyuyamıyordu. Derken sabah ezanı okunmaya başladı. Zeynep hanım ezan sesine uyandı ve yatağının üstüne dab dur geldi. Aziz Allah dedi. Ezanı yatağın içinde oturarak sessizce dinlemeye başladı.
Zeynep hanım eşine;
-Bey bey kalk artık bak dinle sabah ezanı okunuyor. Namazını kıl da çorbayı hazırlayıver. Ben çifte geç kalmayayım dedi.
Zeynep hanım ezan bitince kalktı ve abdestini aldı. Sabah namazına durdu ve namazını kılmaya başladı.
Kaytar efendi de gece uyuyamadığından, uykusuz gözlerle sağa sola sallanarak kalktı. Kaytar efendinin kafası kazan gibi olmuş, hiç kendinde görünmüyordu. Uyuşuk uyuşuk evin içinde dolaşmaya başladı. Ne yapacağını şaşırmıştı.
Derken Kaytar efendi ocaklığa güç bela birkaç odun koydu ve ocağı yaktı. Sacayağını koydu. Üzerine çorba tenceresine su koyup gelerek güzelce yerleştirdi.
Gidip sabah namazı absestini alıp namazını kıldı. Bu arada çorbanın suyu ısındı. Koşarak tarhana kesini almaya gitti. Fakat tarhana kesesini bir türlü bulamıyordu. Zeynep’e cılız bir sesle;
-Zeynep tarhana kesesi nerede? dedi.
Zeynep tarhananın yerini nazik bir ifadeyle;
-Bak tel dolabın içinde olmalı dedi.
Kaytar efendi tarhana kesesini dolaptan alarak tencerenin başına geçti.
Zeynep de bir taraftan tohumları hazırlıyor, ihtiyaçlarını heybeye koyuyordu.
Kaytar efendi tarhanaları tencereye attı. Karıştıra karıştıra çorbayı pişirdi. Sofra altını serip kasnağı üzerine yerleştirdi. Siniyi kasnağın üzerine koydu. Çorba tabağını ve kaşıkları da getirip sinin üzerine bıraktı.
Çorbayı tabağa kepçeyle güzelce koydu. Koydu ama çorba adeta su çorbası gibi olmuştu. Çünkü tenceredeki çorba suyuna, yeteri kadar tarhana koymamıştı.
Kaytar efendi çift hazırlıklarını yapan hanımına;
Zeynep sofra hazır haydi çabuk diye seslendi.
Zeynep hanım hemen sofraya oturdu. Çorbaya bir kaşık salladı. Gördü ki bu çorba hiç çorbaya benzemiyor. Sanki renkli su gibi. Derken bir kaşık alıp ağzına götürdü. Bu defada çorbanın tuzu yok.
-Bey bey bu çorbanın adı çorba sadece. Sudan farkı yok. Tuzu da yok.
Kaytar efendi hemen koşarak tuz getirdi. Çorbanın tuzunu attı. Fakat Zeynep hanım hiç yapılan çorbayı beğenmedi.
Neyse ben yolda giderken ekmek yer karnımı doyururum diyerek sofradan kalktı. Heybelerini eşeğin semerine yerleştirdi. Öküzlerini önüne koydu tarlanın yolunu tuttu.
Kaytar efendide bir telaş başladı. Daha ilk işim olan çorba pişirmede bocalamaya başladım. Ben diğer işlerde ne yapacağım demeye başladı.
Kaytar efendi daha sabahtan itibaren işleri değiştirdiğine bin pişman olmaya başladı ama ne çare.
Karısıyla birlikte evin önüne kadar çıkarak karısı Zeynep’i güle güle diyerek tarlaya uğurladı.
***
Zeynep eşeğe bindi. Ho ho diye öküzleri önüne kattı tarlanın yolunu tuttu. Tarlaya vardı. Heybesini eşekten indirdi. Eşeği bir örükle komşu tarlaya bir ağaca bağladı. Öküzleri sabanın yanına doğru götürdü. Sarı öküzün kulağından tutup boyunduruğu boynuna bir sevleyle geçirdi. Hemen mercan adındaki öbür öküzün yanına vardı. Kulağından tutmaya çalıştı.
Fakat mercan başını sertçe kaldırarak Zeynep’i süsmeye çalıştı. Zeynep dur yavrum dediyse de mercana, bir türlü kulağından tutturmuyordu. Zeynep birkaç defa denediyse de mercan huysuzluğa devam ediyordu.
Zeynep’in aklına mercana biraz ekmek verip onu huyundan vazgeçirmek geldi. Hemen heybeye koştu. Bir parça ekmek kopardı. Doğru mercanın yanına vardı. Ekmeği uzatarak al bakayım ye şunu diyerek öküzle konuşmaya başladı. Mercan başını dikti Zeynep’i bir türlü yanına yaklaştırmıyordu.
Zeynep’te bir korku başladı. Şimdi ben bu öküzleri boyunduruğa koşamazsam ne olacak?
Sonra çifti nasıl süreceğim?
Akşam Kaytar’a ne diyeceğim?
Yoksa işleri değişelim demese miydim?
Eğer ben bu gün çift süremeden gidersem, ölünceye kadar bu adamın dilinden kurtulamam. Ne yapıp etmeliyim bu öküzü çifte koşup çiftimi sürmeliyim dedi.
Tekrar mercanın yanına gitti. Kulağından tutmaya çalıştı. Fakat mercan yine süsme durumuna geçti.
Tam bu sırada yoldan komşularının oğlu Şerif geçiyordu.
Zeynep hemen şerife seslendi;
Şerif! Şerif!
Şerif cevap verdi;
-Buyur Zeynep abla;
Şerif gel de şu bizim aksi mercanı boyunduruğa bir koşuver. Beni süsmeye çalışıyor. Bir türlü boyunduruğa koşup da çifte başlayamadım.
Şerif;
Tamam abla ben hemen geliyorum. Şimdi ben onun kulağından tuttuğum gibi boyunduruğa koşarım dedi.
Şerif koşarak geldi. Mercanın yanına vardı. Elini mercanın kulağına doğru uzattı. Kulağından yakaladığı gibi boyunduruğa taktı. Sevleyi deliğine geçirdi. Tamam Zeynep abla dedi. Şimdi çiftini sürebilirsin.
Zeynep şaşkın gözlerle mercanı izliyordu. Bir saattir kendisine yaklaştırmayan mercan Şerif’e en ufak bir direnç göstermedi.
-Gördün mü Şerif bizim şu aksi öküzün yaptığını? Sabahtan beri beni süsmeye çalışıp kulağından tutturmuyordu.
-Bak sana en ufak bir harekette bulunmadı. Yoksa bana kadın diye mi böyle aksilik yaptı dedi.
Şerif de, abla bazı öküzler alışkın olmadıkları insanlara karşı böyle huysuzluk yapabilirler. Şimdi sen biraz çift sürdükten sonra o iyice yorulur kıpırdayacak yanı kalmaz. Korkma sen. Haydi bana Allah’a ısmarladık deyip şerif Zeynep’in yanından ayrıldı.
Zeynep çapayı eline aldı tohum saçacağı yerlerde bitip büyümüş çalı ağaçlarını kazmaya başladı. Çalıları kazarken bir hayli terledi ve yoruldu. Biraz taş çağılın üzerine oturup dinleneyim dedi.
Oturdu çağılın başına. Başladı düşünmeye. Daha sabahtan itibaren ben böyle yoruldum. Akşama kadar nasıl çift süreceğim diye kafasında pişmanlık soruları oluşmaya başladı. Böyle olursa ben buna dayanamam. En iyisi akşam eve varınca, adam sen işine, ben işime diyeyim bari demeye başladı.
Yok yok sonra adamın dilinden bir daha kurtulamam. İyi kötü ben bu işi yapayım diyerek ayağa kalktı doğru tohum heybesinin yanına vardı.
Zeynep tohum heybesini sırtına aldı. Tarlanın bir evleklik yerine tohum saçmaya başladı. Avucuyla tohumları saçıyor ama, tohumların bir kısmı toplu toplu yerlere düşüyor. Tohumlar bir türlü tarlaya dengeli şekilde dağılmıyor.
Bu durumu gören Zeynep kendi kendine;
Hay Allah bu tohumların kırkı bir delikte çıkar. Bunlar bitince adam bunların hepsini çivi gibi bir arada görürse bana söylemediğini bırakmaz.
Yoksa işleri değişelim demekle yanlış mı yaptım?
Yoksa gerçekten bu işler erkek işi mi?
Daha sabahtan itibaren baksana bir öküz engel çıkarıyor, bir de tohumları doğru dürüst saçamıyorum diye kafasından onlarca düşünce gelip geçti.
Zeynep tohumları saçtıktan sonra eline övendereyi alarak, sabanın sapından tutup öküzlere deh deh diyerek tarlayı sürmeye başladı.
Fakat saban toprağın içinde giderken zik zak çiziyordu. Bir türlü sabanı dosdoğru götüremiyordu.
Zeynep zik zaklı da olsa yorgun yokuş çifti sürmeye devam etti. Bu arada güneş de aşmaya yakındı. Bir iki kere daha gidip geleyim de yetiversin artık dedi kendi kendine.
Tam bu sırada saban demiri bir taşa takıldı. Öküzler de durmadan sabanı zorluyordu. Zeynep taşa takılan saban demirini çıkarmaya çalışırken, öküzlerin ileriye doğru hızla ilerlemesi neticesinde sabanın oku dibinden kopuverdi. Zeynep’ten tarafı taşa takılı kaldı, diğer tarafını öküzler sürükledi götürdü.
Bu durumu gören Zeynep dona kaldı. Eyvah bitirmeye de az kalmıştı. Şimdi ben ne yapacağım. Saban da kırıldı. Tarlanın sürülmesi de yarım kaldı.
Ben şimdi Kaytar’a ne diyeceğim?
Nereden de söyledim şu işleri değişelim diye?
Artık bundan sonra dilinden de kurtulamam. Sen benim sabanımı kırdın diye yıllarca söylenir durur.
Elinin hamuruyla kocanın işine niye karışıyorsun be Zeynep? İşte ne güzel ev işlerini yavaş yavaş yapıp duruyordum. Senin neyine iş değişmek.
En iyisi akşam eve varınca, beyime tekrar herkes kendi işine dönsün bari diyeyim. Bana laf söyler ama söylesin ne yapayım yani. Şu kör olası saban kırılmasaydı iyi olacaktı. O kör olası da kırılıverdi. Sanki kırılacak bu günü buldu diye durmadan söylenip durdu.
Zeynep sabanın parçalarını tek tek alıp tarlanın kenarına bıraktı.
Zaten akşam da yaklaşmıştı. Zeynep öküzleri boyunduruktan bıraktı. Biraz üzgün ve bitkin bir şekilde heybesini topladı.
Sabanın kırılmasının verdiği sıkıntıdan odun da kesemedi. Odun için akşam beyden laf işitirim ama olsun artık. Ne yapayım odun hazırlayamadım derim diye düşündü.
Zeynep hazırladığı heybesini eşeğin sırtına astı. Öküzleri önüne koyup, eşeğine binerek deh, hoo diyerek köyün yolunu tuttu.
***
Kaytar Zeynep’i çifte yolcu edip, daha eve döner dönmez iki yaşındaki oğlu Yusuf bağırmaya başladı. Anne anne altıma etmişim üstlerimi değiştir diye ağlamaya başladı.
Kaytar efendi koşarak oğlu Yusuf’un yanına vardı. Bir baktı ki, hem çişini yapmış, hem de kakasını. Yatağının her yanını kirletmiş. Yatağın o halini gören Kaytar efendi ne yapacağını şaşırdı.
-Hay Allah’ım ben ne yapacağım şimdi?
-Çocuğun üstlerini mi değiştireceğim, yoksa yatağı mı temizleyeceğim diye kendi kendine sormaya başladı.
Koşarak Yusuf’un temiz giyeceklerini almaya gitti. Araya araya da olsa çocuğun elbiselerini buldu.
Fakat bu sırada Yusuf avazı çıktığınca ağlıyordu ve anne anne diye bağırıyordu. Bir defa olsun baba demiyordu. Kaytar koşa koşa Yusuf’un yanına geldi. Tuttu kolundan banyoya götürdü. Üzerindeki kirlenmiş elbiselerini teker teker çıkardı. Çocuğun kirli yerlerini yıkamaya başladı.
Tam bu sırada dört yaşındaki kızı Fadime’nin sesi duyuldu. Baba baba ben altımı ıslatmışım dedikten sonra, anneciğim anneciğim diye ağlamaya başladı. Kaytar efendi temelli şaşkına döndü.
Nereden şu hanımla işleri değiştik. Değişmez olaydık. Ben bu çocukların böyle olduğunu nereden bileyim. Yaptık bir aptallık. Kaytar Kaytar aptallığına doyma emi. Kadın işine talip olanın sonu böyle olur işte diye kendi kendine konuşmaya başladı. Elinin çiftiyle çubuğuyla karının işine karışırsan, işte böyle olur dedi.
Daha sabahtan itibaren Kaytar pes etti.
Kaytar daha sabahtan itibaren, bu gün akşama kadar yapacağım bu kadar işin altından nasıl kalkacağım diye bir taraftan da düşünmeye başladı.
Yusuf’un kirli yerlerini yıkadıktan sonra, yarı ıslak şekilde temiz giyeceklerini apar topar giydirdi. Oğlum sen sobanın yanına git otura koy, ben ablanın üslerini de değiştirivereyim dedi.
Kaytar koşarak yatağının üzerinde diz çöküp ağlayan Fadime’nin yanına gitti.
Kızım bak sen ablasın ağlama. Ablalar ağlamaz. Kalk bakayım doğru banyoya. Ben de senin temiz elbiselerini getireyim güzelce orada değiştir dedi.
Koşarak Fadime’nin giyeceklerini almaya gitti. Aradı aradı bir türlü bulamadı.
Kaytar kızı Fadime’ye seslenerek;
-Kızım şu senin giyeceklerini annen nereye koydu biliyor musun?
Fadime ağlayarak;
-Yüklüğün alt gözüne bak baba. Orada bir sele var onun içindedir.
Kaytar biraz öfke ve biraz da şaşkınlıkla seleyi buldu. Seleyi tuttuğu gibi ters çevirdi. Sinirinden ne yaptığını bilmiyordu. Seledeki bütün çamaşırları tek tek çevreye dağıttı. Neyse ki Fadime’nin giyeceklerini buldu. Sert adımlarla kızının yanına geldi. Bak sen büyüksün kızım. Kendi çamaşırlarını kendin giyebilirsin. Al bakayım şunları giy dedi Fadime’nin üzerine attı.
Fadime babasından çamaşırlarını aldı, ağlayarak giymeye başladı. Hem ağlıyor hem de, annem olsa o elleriyle giydirirdi baba diye ağlıyordu. Anne anne neredesin diye de avazı çıktığınca bağırıyordu.
Kaytar efendinin ağzından şu cümleler dökülmeye başladı.
Elinin sabanı ve pulluğuyla, karının işine burnunu sokarsan başına işte böyle şeyler gelir. Ah benim akılsız kafam ah dediği duyuldu.
Çocuklar bir tarafta ağlaya dursun, hemen eline süpürge ve küreği alarak hayvanların damını temizlemeye indi. Tam bu sırada Yusuf ile Fadime baba biz acıktık, baba biz acıktık diye bağırmaya başladılar.
Kaytar efendi hemen elindeki süpürgeyi bırakarak çocukların yanına koştu. Eyvah çocukları doyurmadan ben niye dama indim. Hay akılsız başım hay diye mırıldandı.
Hemen çocukları sofraya oturttu. Tarhana çorbasının içine ekmeği doğradı. Haydi yiyin bakalım çocuklar dedi.
Çocuklar bir iki kaşık çorbadan aldılar. Çorbayı beğenmediler.
Fadime;
Baba annemin çorbası daha güzel oluyordu. Bu çorba sanki su gibi. Ben bunu yemeyeceğim. Bana tekrar çorba pişir deyip sofradan uzaklaştı.
Çaresiz Kaytar efendi tarhana tenceresini tekrar ateşe koydu. İçine bir miktar daha tarhana atarak karıştırmaya başladı. Bunda biraz daha çorbaya benzetti. Çocukları tekrar sofraya oturtup karınlarını doyurdu.
Sofrayı kaldırdı. Bulaşıkları sonra yıkarım diyerek yarım kalan hayvanların damını süpürmeye gitti.
Hayvanların pisliklerini bir yere topladı. Topladığı pislikleri kürekle keleterlere doldurdu.
Pisliklerin doldurulduğu bu keleterler sırta alınarak köy dışındaki bir yere götürülüyordu. Peki şimdi bunları nasıl sırtında keleterle köy içinden geçerek gübreliklere götürecekti.
Kaytar efendi şöyle düşündü;
En iyisi ben bunları şimdi değil akşam olunca karanlıkta götüreyim dedi ve hayvan pisliklerini gübreliğe dökmeye gitmedi.
Kaytar efendi, zorlukları gördükçe, kendince bu iş değişiminden nasıl cayarımın planlarını yapıyordu.
Kaytar efendi hayvan damını temizledikten sonra evin içini toparlamaya başladı. Önce yatakları kaldırdı. Sonra bulaşıkları yıkadı. Daha sonra evin odalarını ve salonunu süpürdü. Bu arada kuşluk vakti geldi.
Daha ayran çalkalanacak, tavuklar yemlenecek, çocukların çamaşırları yıkanacak ve inekler sağılacaktı.
Kaytar efendi düşündü taşındı, aklına şöyle bir fikir geldi. En iyisi ben aynı anda hem ayranı çalkalayayım, hem tavukları bir araya getirip yemleyeyim, hem de çamaşırları yıkayayım dedi. Ayran testisini sırtıma alırım, tavukları kaybetmemek için de hepsini bir iple bir birine bağlarım diye planladı.
Düşündüklerini uygulamak için harekete geçti. Önce bütün çamaşırları büyük bir kütük üzerine üst üste yığdı. Bir kazana su doldurarak ısınması için ateşe koydu. Çamaşır suyu böylece ısınmaya başlayacaktı.
Sonra yoğurdu ayran testisine doldurdu. Testinin ağzını Zeynep’in yaptığı gibi deri dağarcık parçasıyla sıkıca bağladı.
Koşarak tavukların yanına vardı. Tavuklar kaybolmasın ve toplu olarak bir yerde dursun da öyle yemleyeyim diye hepsini kovalaya kovalaya tek tek yakalayıp bir ipe dizdi.
Kaytar efendi bu hazırlıkları yaptıktan sonra ayran testisini sırtına sarındı. Hızlı adımlarla tavukların yanına doğru hafif zıplayıp koşarak gitmeye başladı. Sırtındaki ayran testisindeki yoğurt da löngüdük löngüdük diye ses çıkarmaya başladı.
Kaytar efendi tamam dedi bu iş oldu. Ben tavukları yemleyip çamaşırları yıkayıncaya kadar bu ayran sırtımda düşecek. Sonra sırtımdan indirir, testinin ağzını açıp yağını ayırır ayranı da tencereye boşaltırım olur biter.
Hanım akşam eve gelince görsün bakalım işler nasıl da aynı anda yapılıp bitiriliyormuş. Bir çok işi birlikte nasıl yaptığımı gelince bir anlatayım da ağzı uçuklasın. İşleri değişelim dediğine bir pişman edeyim onu diye kendi kendine durmadan söyleniyordu.
Ayran testisi sırtında, yem kabı elinde tavukların yanına vardı. Tavukların önüne yemleri bolca serpti. Haydi yiyin bakalım dedi. Artık siz evin yanından da uzaklaşamazsınız ve kaybolmazsınızda artık diyerek tavukların yanından koşarak çamaşırların yanına doğru hızlı adımlarla koşmaya başladı.
Bir eline çamaşır tokusunu aldı, diğer eliyle de susak kabağının sapından tutarak kazandan sıcak su alıp başladı çamaşırlara su dökmeye. Suyu döktükten sonra çamaşırları tokuyla vurarak yıkamaya başladı. Tokuyla pat, çat diye durmadan çamaşırlara vuruyordu.
Tam bu sırada cırk cırk diye bir ses duydu. Çevresine baktı bir şey göremedi. Başını kaldırıp havaya doğru baktığında, atmacanın birisi yukarıda dönüp duruyordu. Tam atmacayı izlerken bir şey oldu. Atmaca tavuklara doğru bir pike yaptı ki görülmeye değerdi.
Tavuğun birisine pençelerini taktığı bibi havaya kaldırdı. Diğerleri de ipe dizili olduğu için peş peşe tavuklar havalandı.
Bu durumu gören Kaytar efendi sırtında ayran testisi telaşla yerinden fırladı. Tam o sırada ayağı su kazanının altındaki odunun birisine takıldı. Odun yanar halde yandaki yıkanmayı bekleyen kuru çamaşırların üzerine düştü.
Fakat telaştan Kaytar efendi onu görmedi. Var gücüyle tavukları kurtarmak için atmacanın peşinden koşuyordu. Elindeki çamaşır tokusunu atmacanın peşinden fırlattı. Tam bu sırada ayağı bir taşa takıldı ve düşerek yuvarlanmaya başladı. Yuvarlanırken sırtındaki ayran testisi param parça oldu. Bütün yoğurtlar döküldü. Üstü başı bembeyaz yoğurda boyandı.
Eyvah ben ne yapacağım şimdi diye yerinden kalktı. Havaya baktı ne atmaca görünüyor nede tavuklar. Hepsi gözden kaybolmuştu. Arkasına baktı ayran testisinin parçaları dağılmış yerlerde duruyordu.
Aklına çamaşırlar geldi. Çamaşırların olduğu yere doğru baktığında bir de ne görsün?
Çamaşırlar cayır cayır yanıyordu. Koşarak çamaşırların yanına vardı. Yıkanmak için bekleyen çamaşırların hepsi kül olmuştu.
Çıplak elleriyle çamaşırların üzerindeki közleri atmaya başladı. Közler ellerini yakıyordu. Ara sıra öf püf diye acıyla sesler çıkarıyordu. Baktı ki yığınla yıkanmayı bekleyen bütün kuru çamaşırlar tamamen yanmış.
Kaytar odun kütüğünün üzerine oturdu. Başını yere doğru eğdi kara kara düşünmeye başladı.
Ben ne diyeceğim şimdi akşam Zeynep’e?
Çamaşırları yaktım.
Tavukların hepsini atmacaya kaptırdım.
Ayran testisini kırıp bu günkü ayran ve tere yağından da oldum.
Hayvanların pisliklerini de götürüp dökemedim.
Fırına ekmek de edemedim.
En iyisi Zeynep akşam gelince “senin iş senin olsun, benim iş de benim olsun” deyip işi bitireyim diye aklından bir çok düşünce gelip geçti.
Akşamın olmasını dört gözle beklemeye başladı.
***
Akşam vakti yaklaşmış, güneş aşmaya yakındı. Zeynep eşeğine binmiş, öküzlerini de önüne katmış köye doğru yaklaşıyordu.
Kaytar Zeynep’i uzaktan hemen fark etti. Hele şu hanım bir gelsin ne olursa olsun düşündüklerimi söyleyeceğim. “Hanım hanım Herkes kendi işine” diyeceğim diye mırıldandı.
Zeynep de eşeğin sırtında Kaytar’a işleri tekrar nasıl değişelim diyeceğinin planlarını yapıyordu.
Hele eve bir varayım beyime bütün düşündüklerimi aktaracağım diyordu.
Zeynep eve iyice yaklaştı. Kaytar suçluluk psikolojisi içerisinde, evin önüne indi.
Zeynep eşeğe şüş deyip durdu. Tilleye basıp indi.
Kaytar Zeynep’e üzgün bir ruh haliyle;
-Hoş geldin hanım dedi.
Zeynep biraz utangaç bir şekilde;
-Hoş bulduk bey dedi.
Kaytar ;
-Hatun nasıl geçti bu gün işler?
Zeynep;
Biraz ürkek bir şekilde,
-Eee iyi geçti sayılır. Ya senin?
Kaytar;
-Yüzü kıp kırmızı olmuş bir şekilde;
-Eh eh fena sayılmaz ama sana anlatacaklarım var dedi.
Zeynep;
-Söyle bakalım bey, neymiş anlatacakların?
Kaytar;
-Bak hanım sana önce ne diyeceğim.
-Senin işin senin olsun tamam mı?
Zeynep;
-Bey bey bende aynı şeyi sana söyleyeceğim.
-Senin işin de senin olsun.
Yazar: İsmail SARIÇAY