Gönderen:KERİM
BOZKURT/İSTANBUL
Yağmurlu ve soğuk bir kış günü,yırtık pırtık
paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı.
"Eski gazeteniz var mı, bayan?"
Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim,ama ayaklarına gözüm
ilişince sustum.İkisinin de ayaklarında eski sandaletler
vardı
ve ayakları su içindeydi.
"İçeri girin de size kakao yapayım." dedim.
Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki
dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim
minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de
mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işleri yapmaya koyuldum.
Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi çekti. Bir an kafamı
uzattım içeriye küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek
çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu.
"Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an
Ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına
dikkatle yerleştirdi ve
"Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım." dedi.
Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini
alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa.Teşekkür bile etmemişlerdi, ama
buna gerek yoktu.Teşekkür etmekten daha öte bir şey
yapmışlardı.Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.
Pişirdiğim patateslerin tadına baktım.
Sıcacıktı patatesler. Başımızı sokacak evimiz vardı. Bir eşim
vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve fincan
tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden
kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur
izleri halının üzerindeydi hala.
Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur ya; unutuveririm ne
denli zengin olduğumu. Siz sakın unutmayın ne kadar zengin
olduğunuzu... Ben unutmayacağım.
Dosttan gelen bu nefis öyküye yakışan nefis bir Arap Özdeyişi:
"Ayakkabım yok diye üzülüyordum;
ta ki ayaksız bir insan görene kadar”