(17.10.2003)
ÖNSÖZ
Kültür değerlerimizin
günden güne bozulması, yozlaşması insanlarımızı
birbirinden uzaklaştırmakta ve yalnızlaştırmaktadır.
O sıcacık milli ve manevi hasletlerimiz bizleri
yüzyıllarca bir arada tutmuş, acılı günlerimizde
acılarımızı paylaşmış, sevinçli günlerimizde de
mutluluklarımızı birlikte yaşamamızı sağlamıştır.
Bize has kültür değerlerimizin unutulmaması ve
ilelebet yaşatılması gerektiğine inanıyorum.
Dolayısıyla bizi biz yapan kültür değerlerimizin
yazıya dökülmesi ve belgelenmesi gerekmektedir.
İşte bizde bu inançla
1978-1986 yılları arasında "söz uçar yazı kalır"sözü
uyarınca İcikler’e has gelenek, görenek ve
düğünlerimizi belge haline getirmek için derlemeye
çalıştık.
Yukarıda değindiğimiz
hususlar ışığında, köklü bir geçmişe sahip olan
İcikler köyünün, gelenek, görenek ve düğünlerini
kaleme aldım. İciklername işte bu düşüncenin
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Daha önce yayınlamış
olduğum İcikler’de Düğün’ün de içinde bulunduğu,
daha da geliştirilmiş, genişletilmiş ve düzeltilmiş
şeklide bu eserde tekrar yer almıştır.
Ayrıca İzmir’de
yayınlanan “Diyalog” gazetesinde “yörelerimiz
ve geleneklerimiz” başlığı altında ve yine
Balıkesir’de yayınlanan “Politika”
gazetesinde ise “Selvili Gelin” başlığı
altında uzunca bir süre yazı dizisi olarak
yayınlamış ve büyük bir ilgi görmüştür.
Bütün eksikliğine
rağmen mümkün olan azami dikkat ve emek sarf
edilerek her türlü araştırma yapılarak bu eser
ortaya çıkarılmıştır.
İciklername’nin
derlenmesinde bana en çok
yardımda bulunan annem Fadime Sarıçay ve babam
Nurullah Sarıçay’a derin şükranlarımı sunuyor ve
bu eseri, beni büyük zorluklar içinde yetiştiren
canımdan aziz bildiğim, sevgili annem ve babama
ithaf ediyorum.
Ayrıca
köyümüzde bana bu konuda yardımcı olan yaşlı, genç
herkese teşekkürlerimi arz ediyorum.
Bu eserin İcikler
köyüyle ilgili kapsamlı bir eser olması, beni çok
mutlu eden ve sevindiren gelişmelerden biri
olmuştur.
İciklername’nin
yöremize ve Türk kültürüne katkıları olmasını
diliyorum.
İSMAİL SARIÇAY
Bu kitabımızda
yurdumuzun bir şirin köşesini gelenekleriyle,
görenekleriyle, sosyal ve ekonomik yapısıyla
tanıtmaya çalışacağız. Tanıtacağımız bu yöre
Manisa’nın 150 km doğusunda yer alan yüksek yaylalar
üzerinde kurulmuş İcikler Köyü’dür.
İcikler köyü kendine has gelenek ve göreneklerini
her türlü dejenerasyona rağmen sürdürmeye ve
yaşatmaya çalışan bir yöremizdir. Bütün yönleriyle
bu yöremizi tanımaya ve incelemeye gayret edeceğiz.
Özellikle düğünlerinin kendine has güzellikleri
kitabımızın omurgasını oluşturmakla birlikte,
İcikler’in bütün yönlerini etraflıca tanımaya ve
tanıtmaya çalışacağız.
İcikler köyünün 1400
yıllarında üç İcik yörüğü tarafından
kurulduğu büyüklerimiz tarafından anlatılır. Bu üç
yörükten birisi, Harman dede'nin güneye
bakan kısmına, diğeri çalca'nın güneye bakan
tarafına, öteki ise taş tepe'nin doğusuna
bakan büyük taşların dibine yerleşmişlerdir.
İcikler’in temelleri işte bu üç çadırdan oluşan
İcik yörüklerinin, buraya yerleşmesi ve yurt
edinmesiyle atılmıştır.
1Cihan savaşında ve Kurtuluş savaşında İcikler’in
erkeklerinin tamamına yakını cepheye koşarak orduya
ve Kuvayı milliye kuvvetlerine katılmışlar ve bir
çok şehit vermişlerdir.
BU ŞEHİTLERDEN
TESPİT EDEBİLDİKLERİMİZ KÜNYELERİYLE BİRLİKTE ŞÖYLE
SIRALANIYOR
Yaşar oğlu HASAN
Köyü:
İcikler
İlçesi: Demirci
İli: Manisa
SAVAŞ:1.dünya savaşı.
CEPHE:Çanakkale
Kuvvet:Kara
BİRLİK:
3.kolordu 8.Fırka 1.tabur 1.bölük
Sınıfı: Piyade
Rütbe:Er
Sıra no:1329
Şehitlik Tarihi:27.4.1915
Ölüm yeri: Conk Bayırı
Askerlik şubesi:Demirci/Manisa
------------------------------------
Hüseyin oğlu SÜLEYMAN
Köyü:
İcikler
İlçesi: Demirci
İli: Manisa
Lakap: Saman oğulları
SAVAŞ:1.dünya savaşı.
CEPHE:Romanya cephesi
Kuvvet:Kara
Birlik: 56.alay 1.tabur
4.bölük
Sınıfı:---
Rütbe: Er
Sıra no:1547
Doğum tarihi:1311
Şehitlik tarihi:10.8 1916
Ölüm yeri: Dobruca muharebesi
Askerlik şubesi:Demirci/Manisa
-------------------------------------------
İbrahim oğlu ŞERİF
Köyü:
İcikler
İlçesi: Demirci
İli: Manisa
Lakap: Gök Ahmet Oğulları
SAVAŞ:1.dünya savaşı.
CEPHE:Çanakkale cephesi
Kuvvet:Kara
Birlik: 5.kolordu 3.tabur
12.bölük
Sınıfı:İtfaiye
Rütbe: Er
Sıra no:1563
Doğum tarihi:1295
Şehitlik tarihi:6.10.1915
Ölüm yeri: Kırte'de 5.mıntıka
Askerlik şubesi:Demirci/Manisa
-------------------------------------
Hasan oğlu MUSTAFA
Köyü:
İcikler
İlçesi: Demirci
İli: Manisa
Lakap: Koca kın
SAVAŞ:İstiklâl savaşı
CEPHE:Garp cephesi
Kuvvet:Kara
Birlik: 2.alay 2.tabur 2.bölük
7.fırka
Sınıfı:----
Rütbe: Er
Sıra no:1510
Doğum tarihi:1312
Şehitlik tarihi:28.6.1921
Ölüm yeri: Gökgözde
Askerlik şubesi:Demirci/Manisa
Şehitlerimizi
rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.
İcikler, Manisa'nın
Demirci ilçesine bağlı büyükçe bir köydür. Yaklaşık
300 haneye ve 2000 nüfusa sahiptir. Manisa'nın
doğusuna, Demirci'nin kırk kilometre güneyine düşer.
İcikler köyü Demirci
ilçesine bağlı bir köy olmasına rağmen ulaşımı güç
olduğundan resmi işler dışında Demirci ile pek
ilişkisi yoktur. Daha çok Salihli ile ilişkisi
vardır. Çünkü Salihli'ye ulaşım daha kolaydır.
Demirci'ye uzaklığı yaklaşık kırk kilometre,
Salihli'ye ise altmış kilometredir.
İcikler’in en dikkat
çekici özelliklerinden biriside düğünlere verdiği
önemdir. Bu tarihi geleneklerini hala günümüzde
yaşamaya ve ayakta tutmaya çalışmaktadır. Biz de bu
kitabımızda, İcikler’in geleneklerini, göreneklerini
ve işte bu güzel düğünlerini anlatmaya ve
belgeselleştirmeye çalışacağız.
İcikler köyü engebeli
bir arazi üzerine kurulmuştur. Bulunduğu yer
itibariyle yüksek oluşu su kaynakları yönünden
oldukça fakirdir. Köyün içinde daha önce dört tane
çeşmesi(pınarı) vardı. Bu çeşmelerin kaynaklarının
kuvvetli olmayışı köyde uzun yıllardan beri su
sıkıntısı meydana getirmekteydi. Bu çeşmelerden
birisi cami yanında bulunan ve adına cami
pınarı denilen çeşmedir. Diğerleri köy dışında
bulunan “Bal pınar” ından pompayla getirilen
ve köyün üç noktasından(göl önü, han önü ve iki tal
çeşmeleri) depolar kanalıyla akıtılan çeşmelerdir.
Ayrıca eski pınar denilen ve zaman zaman
kesilen bir çeşmesi daha vardır. Köy halkı bu kıt su
kaynaklarıyla ihtiyacını gidermeye çalışmaktadır.
Ancak 1989 yılında belediyelik olduktan sonra, sidas
ve İlke çayı yataklarından getirilen su sayesinde
susuzluk problemini halletmiştir.
İcikler köyünün iki
kilometre yakınında Lidya'lılardan kalma
sidas harabeleri vardır. Lidya’lılar zamanında
Sidas şehrinin önemli yerleşim merkezlerinden biri
olduğu, ticaret ve sanatın çok gelişmiş olduğu
söylenir. Hatta dünyada ilk metal paraların Sidas’da
basıldığı büyüklerimiz tarafından anlatılır durur.
Bu harabelerin en dikkat çekici kısmı açık hava
tiyatrosu ve hükümet binası denilen bölümüdür.
Açık hava tiyatrosu,
harabelerin güney doğusunda yer alır. Tiyatro U
şeklinde olup üç tarafı büyük taşlarla yapılmış
tribünlerden oluşur. Kuzey tarafı ise açık olan
taraftır. Tribünlerdeki taşlardan yapılmış oturma
yerleri, tek tek harflendirilmiş olup aralarında
belli mesafelerle koridorlar bırakılmıştır. 1960’lı
yılların sonunda köylüler tarafından üzerindeki çalı
ve pıynar ağaçlarıyla birlikte taş ve topraktan
temizlenerek tiyatro tribünleri tamamen ortaya
çıkarılmıştır. Bu temizlikten sonra hem İcikler’in
hem de Sidas harabelerinin tanıtımı amacıyla burada
yağlı pehlivan güreşleri düzenlenmiştir. Düzenlenen
güreşler bölgede büyük bir ilgi görmüş olup, bu
güreşler bu tarihi alanda birkaç yıl
tekrarlanmıştır. Ancak daha sonra bu güreşler burada
yapılmaz olmuştur. Bunun sebebi tiyatro sahasının
bir tarım alanı olmasıdır. Dolayısıyla sahipleri
tarafından ekilip biçilir duruma gelmiştir.
Tarihi tiyatronun
tribünlerinin bulunduğu üç tarafının çevresi de
tarihi mezarlıklarla çevrilidir. Bu mezarların bir
kısmı halk tarafından ifade edilen şekliyle “Tekne
taşları”n dan oluşmaktadır. Taşların genişliği bir
metre, boyu ise iki metre dolaylarındadır. Bu taş
mezarlara, dilden dile dolaşan söylentilere göre
Krallar veya kralların karısı, çocukları, anası,
babası gibi yakınları konmuştur. Bu tekne
mezarlardan çok büyük defineler çıkmış olduğu
anlatılır.
Ayrıca çok sayıda
kuyular ortaya çıkarılmıştır. Bu kuyular tam bir
silindir şeklinde olup ağızları, ”Kayrak”
denilen düzgün işlenmiş 5-10 santimetre
kalınlığındaki taşlarla kapatılmıştır. Bu kuyuların
bir kısmının içerisi toprakla zamanla dolmuş, bir
kısmının içinde ise su bulunmaktadır. Kuyuların
içleri define avcıları tarafından zaman zaman
boşaltılmış olup içlerinden çeşitli kemiklerin
çıktığı görülmüştür.
Yaşlıların anlattığına
göre Nal Tepesi’nin kuzey batı kısmında yer altı
binaları vardır. Önceden açık olan bu bölümler
zamanla taş ve topraklarla dolmuştur.
Nal Tepesiyle ilgili
şöyle bir hikaye de anlatılır. Bunu da anlatmadan
geçmeyelim. Nal Tepesi’nin doğu kısmına bakan
yamacında bir altın beşiğin gömülü olduğu anlatılır.
Hikayesi şöyledir. Zamanında buralarda oturan
zenginlerden birisi savaşlar dolayısıyla kaçmak
zorunda kalır. Kaçarken çok sevdiği oğlunun altın
beşiğini tekrar döndüğünde almak üzere Nal tepesinin
doğuya bakan kısmında bir nar ağacının dibine
gömerek bırakmak zorunda kalır. Kaçarken derki
“Hiçbir şey gözümde değil, ne ev ne şehir, o oğlumun
beşiğini bırakmak var ya bana kıyametten daha ağır
geldi. Eğer tekrar dönüp gelip de bu beşiği
alamazsam, bu beşik kimseye yar olmasın”der. İşte
anlatılan bu hikaye yüzünden taşlık kayalarla kaplı
olmasına rağmen Nal Tepesinin her tarafı defineciler
tarafından, onlarca yıldır delik deşik edilerek,
altın beşik bulunmaya çalışılmıştır. Bulunmuş mudur
bilmiyorum ama bulunduğuna dair hiçbir bilgi yoktur.
Sidas’ın en önemli
kalıntılarından biriside hükümet binası denilen
bölümüdür. Bu bina yaklaşık beş-on ton ağırlığında
dikdörtgenler prizması şeklinde işlenmiş taşlarla
yapılmıştır. Giriş kapısı kubbe şeklinde olup taşlar
birbirine kenetlenerek yapılmıştır. Binanın yapı
taşlarından bazıları elli metre uzaklarda
bulunmaktadır. Dilden dile anlatılanlara bakılırsa
bu bina büyük bir deprem neticesinde yıkılmış olup
bu taşlar o zaman buralara kadar gitmiştir.
Bunun yanında dikili
taşlar ve parça parça kale duvarları halâ ayakta
kalmaya direnmektedir. Harabelerin büyük bir kısmı
toprak altında kalmış ve buralar tarım alanı olarak
kullanılmaktadır. İcikler’in en verimli arazileri de
buralarda bulunmaktadır.
Sidas
harabelerini zaman zaman yurt içinden ve dışından
pek çok turist ziyaret etmektedir. Sidas’ın
tanıtımının daha iyi yapılması halinde İcikler’e
ekonomik ve kültürel bakımdan pek çok katkısının
olacağını düşünüyorum.
İcikler köyü çevresinde
bazı manevi şahsiyetlerin mezarları da
bulunmaktadır. Çam dede de, kimliğini bütün
araştırmalarıma rağmen bulamadığım ve adına çam
dede denilen bir yatır vardır. Bütün gelinler bu
yatırı atla üç defa mutlaka dolaşarak oğlan evine
giderler. Burada on dolayında tarihi yaşlı çam ağacı
vardır. Bu çamları köylü kutsal gördüklerinden
kesmezler ve kesilmesine de müsaade etmezler. Çam
dede köyümüzün batısında yer alır. İcikler’in
doğusunda ise Nurullah dedesi denilen bir
yatır daha vardır. Bu yatırın yanında da çok yaşlı
bir çam ağacı mevcuttur .Bunun dışında birde taş
dede denilen başka bir yatır bulunmaktadır. Bu
yatır icikler’in kuzeyinde büyük bir taşın
bulunduğu yerde yer alır.
İcikler köyünde bulunan
bazı mahallelerde şöyledir. Göl önü mahallesi, Han
önü mahallesi, İki tal mahallesi, Çakıldaklı boğaz
mahallesi, Otmanlar mahallesi gibi mahalleler
vardır. Ayrıca İcikler köyünün bir camisi ve birde
ilkokulu vardır. Burada Otmanlar mahallesinin diğer
mahallelerden ayrı bir özelliği vardır. Kısaca
bundan da bahsetmeden geçmeyelim.
Otmanlar mahallesi
İcikler’den üç yüz metre kadar uzakta olup köyün
doğusunda yer alan bir mahalledir. Otmanlar eskiden
kendi başına küçücük bir köymüş. Daha sonra
İcikler’e dahil olmuştur. Otmanlar mahallesiyle
ilgili şöyle bir hikaye anlatılır.
Bir gün bir evliya,
eşeğiyle birlikte Otmanlar’a uğrar. Bu evliya çok
uzaklardan gelmiştir. Aç, susuz ve yorgundur.
Otmanlar’da birkaç tane kapı çalarak ekmek ve su
ister. Hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapatılır. Hiç
kimse ne bir dilim ekmek, ne de bir bardak su verir.
Bunun üzerine bu evliya şöyle bir bedduada bulunur.
“Siz benim gibi yolda kalmış birine yardım etmediniz
ya, Allah’ta sizin bu köyünüzü şu benim eşeğimin
kuyruğu gibi ne uzatsın nede kısaltsın. İlelebet
böyle kalın”der ve çok yakınında bulunan İcikler’e
varır. İcikler’de hangi kapıyı çaldıysa hepsi
evlerine buyur eder. İzzeti ikramda bulunurlar. Bu
evliya yolcu İcikler’den ayrılırken, İcikler için de
şöyle bir duada bulunur. “Siz benim gibi darda olan
bir yolcuya iyilik yaptınız, izzeti ikramda kusur
etmediniz, Allah da sizlere genişlik versin,
büyümek nasip etsin”der. O gün bu gün, nedendir
bilinmez ama, Otmanlar on-onbeş haneyi bir türlü
geçememiştir. Hatta son zamanlarda büyümeyi bırak,
dağılma sürecine girmiştir. Bunun yanında İcikler
ise günden güne büyümekte ve gelişmektedir. Daha
önce de belirtildiği üzere üç yüz hane dolaylarına
ulaşmıştır. Yöre halkı işte bu evliya olan yolcunun
duasının da, bedduasının da, kabul olduğu inancını
taşırlar.
İcikler köyündeki geniş
sülâlelerden bazıları da şöyledir. Süllüoğlu
sülâlesi(bu satırların yazarı da bu sülâleye
mensuptur), Koç oğlu sülâlesi(Annem bu sülâleye
mensuptur), Gıcırlar sülâlesi, Patırlar sülâlesi,
Karabacaklar sülâlesi, Gök hoca sülâlesi, Bosçalar
sülâlesi, Mavlar sülâlesi, Paliler sülâlesi,
Kanatsızlar sülâlesi, Gabelle sülalesi, Haydarlar
sülalesi, Pepe Şerifler sülalesi, Çerkezler
sülâlesi, Halcıklar sülâlesi vb. gibi sülâleler
vardır.
İcikler’deki
sülâlelerden bazılarını da şöyle sıralayabiliriz.
Zebekler, Bekirler, Sefer agalar, Koca hasanlar,
Şimitler, Börtçeliler, Yaylılar, Hacımlar, Garecalar,
Ercepler, Hatmiler, Pangınotlar, Kıllılar,
Kazmalılar, Deli Şerifler, Alasakallar, İreyisler,
Hidayetler, Felekler, Çolaklar, Çakmacıklar,
Kuşagalar, Karaköseler, Bacaklar, Sakızcılar,
Kocaliler, Köseler, Demirciler, Kayalar,
Baklagübüler, Yalınayaklar, Kubatlar, Tülüler,
Sofular, Hacasanlar, Yumuklar, Mıdıklar, Güp
şerifler, Kepekçiler, Şekerciler, Camcılar,
Çullular, Koca osmanlar, İbişçeler, Sekizler,
Lüleler, Coşkunlar, Yusuflar, Umacalar, Molla
mustafalar, Gılcanlar, Ürfetler, Handanlar, Sarılar,
Kara böceler, Yağcılar, Zurnacılar, Baklacılar,
Bayramlar, Emerdanalar, Bakırlılar, Mıratlar,
Üşmüşlüler gibi daha bir çok sülâle vardır.
İcikler’de eskiden kalma
hanlar da vardır. Bu hanlardan birisi bu gün köyün
bir meydanına da adını veren bir handır. Bu han, Han
önü denilen meydanın yanındaydı. Ancak bu han
sonradan yıkılmıştır. Yıllarca yeri çocukların oyun
yeri olmuş, daha sonra, buraya tek katlı bina
yapılarak, İcikler Belediyesi ilk kurulduğunda
buraya yerleşmiştir. Belediye daha sonra Cami
bahçesine birleşik bu günkü yerine taşınmıştır.
Ayrıca Cami girişinin
sol tarafında maza denilen bir han daha vardı. Bu
han da 1960 ‘lı yıllarda yıkılarak cami avlusuna
eklenmiştir.
Göl önü denilen meydan
da da bir gölün olduğu, fakat daha sonra bu gölün
doldurulduğu bilinmektedir.
İcikler
köyünün komşu köyleri ise şöyledir. Doğusunda
Kızılca köy ve Hüdük köyü, güney doğusunda Gümele
köyü, güneyinde Encikler köyü, güney batısında Çay
köy ve Gök veliler köyü, batısında Saracık köyü,
kuzey batısında Yumuklar köyü, kuzeyinde ise Üşümüş
köyü vardır. İcikler köyü bütün bu köylerin merkezi
konumundadır.
İcikler köyünün geçim
kaynakları ise tarım, hayvancılık ve halıcılığa
dayanır. Hayvanlardan daha çok koyun, keçi ve sığır
yetiştirilir. Yaklaşık elli sürü koyun, on beş sürü
kadar da keçi vardır. Beş yüz dolaylarında da
büyükbaş hayvan bulunmaktadır. Ancak son zamanlarda
hayvancılık iyice azalmış, hatta bugün yok olmayla
karşı karşıya kalmıştır.
İcikler’de sürü
sahipleri ve onlara gütmeleri için katılmış az
sayıda koyun veya keçisi bulunan insanlarla birlikte
mayıs ayının başlarında yaylaya çıkılır. Bu yayla
grupları üç, beş ve daha fazla haneden oluşur.
Çadırlar veya Alaçık’lar sürü sahibinin
tarlasına kurulur. Çadırları herkes tanır belki ama,
İcikler’e mahsus olan Alaçık’ı tanıyan azdır
sanıyorum.
Alaçık’lar yaş, ince ve
uzun söğüt veya çınar dallarından kurulur. Söğüt
veya çınar dalları Alaçık’ın kaburgasını, bir başka
deyimle iskeletini oluşturur. Karşılıklı iki tarafa
yeni dalından kesilmiş bu uzun çubuklar yere
10-15 santimetre kadar
batırılır. İki taraftan da yarım daire şeklinde
eğilerek birbirine dolanır ve söğüt çubukları
üzerinden daha önce soyulan kabuklarla birbirine
bağlanır. Bağlamada ip mecbur kalmadıkça pek
kullanılmaz. Yan taraflardan oluşturulan bu
kaburgalar tamamlandıktan sonra da Alaçık’ın arka
tarafına aynı şekilde çubuklar dikilerek yan
kaburgaların üstünden en öndeki kaburgaya kadar
çubuklar eğilerek, yine söğüt kabuklarıyla güzelce
bağlanır. Böylece Alaçık’ın iskeleti ortaya çıkmış
olur. Bundan sonra bu iskeletin üzerine sahibinin
isteğine göre kıl çul veya kilim örtülür. Bu örtüler
kaburgalara sağlam kırnap iplerle iğneler
vasıtasıyla sıkıca bağlanır.
Yağmur veya
fırtınalardan etkilenmemesi için bu işin iyi
yapılması gerekir. Alaçık’ın kurulması böylece
tamamlandıktan sonra üzerine çam dalları veya çınar
dalları örtülür. Bu da Alaçık’ın içerisinin serin ve
fırtınalardan korunması için yapılır. Sonra
Alaçık’ın içerisine yağmur sularının girmemesi için
çevresine kanal açılır. Böylece Alaçık kurulmuş ve
içinde oturulacak duruma getirilmiş olur. Bundan
sonra sahibinin ne kadar eşyası varsa içeriye
yerleştirir ve burada oturmaya başlar.
İcikler’de yayla iki ay
kadar sürer. Genellikle mayıs ayının başında
gidilip, temmuz ayının başında otlar kurur kurumaz
geri dönülür. Yaylacılar sütlerini burada sağar,
yoğurtlarını ve peynirlerini burada yaparlar. Koyun
ve keçilerinin yapağı ve kıllarını burada kırkarlar.
Ancak kadınlar ekmeklerini yapmak için zaman zaman
köye gidip gelirler. Arada sırada yaylada yaptıkları
da olur.
Bahar aylarında köyde
çok az insan kalır. Köy ancak Cuma günleri tekrar
eski canlılığına kavuşur. Çünkü yaylada bulunan
bütün erkekler nerede ve ne işi olursa olsun mutlaka
cuma namazını kılmak için cuma günü köye döner.
Bununla birlikte kadınlarda ekmeklerini yapmak için
genelde Cuma gününü seçerler.
İcikler’de yaylaya
gidenlerin çoğu avlu kapılarına kilit takmadan,
sadece bir ip veya bir tel bağlayarak giderler ve en
ufak bir hırsızlık olayı olmaz. Dileğim bu güzel ve
güzel olduğu kadar da emniyet ifade eden bu durum
ilelebet devam eder.
Bu yaylalar aynı zamanda
sürü sahibinin tarlasının da, hayvanların
gübreleriyle gübrelenmesini sağlar. Çünkü her hafta
koyun veya keçi ağıllarının yerleri ile sığırların
bağlandığı kazıkların yerleri değiştirilerek
tarlanın her tarafının gübrelenmesi sağlanır.
Ağılların değiştirilmesinde bütün yaylacılar el
birliği yaparak güzel bir dayanışma örneği verirler.
İcikler çevresinin
ormanlarla kaplı olması da, çok çeşitli yabani
hayvanların bol miktarda yaşam bulmasına zemin
oluşturmaktadır. Yaylalarda her sabah kuş ve
özellikle keklik sesleriyle uyanır yaylacılar.
İcikler yöresi,
özellikle kınalı keklik ve tavşan yönünden oldukça
zengin ve çok çeşitli bitki örtüsüne sahip bir doğa
güzelliğine sahiptir.
Öyle ki keklik
yavrularının daha yumurtadan çıkar çıkmaz
çıkardıkları sesler, İcikler halkı tarafından
sınıflandırılmıştır. Yeni yumurtadan çıkan yavrular
“palaz” olarak adlandırılır ve buna “cip cip”,
yavaş yavaş uçmaya başladıklarında çıkardıkları ses
dikkate alınarak “pıy pıy”, uçmaya başladıkları
andaki çıkardıkları ses “kıy kıy”, kekliğe dönüşmeye
başladıkları andaki çıkardıkları ses “Gakgalak”,
avlanma büyüklüklerine geldikleri, yani anasından
ayrılamayacak kadar büyüdüklerinde çıkardıkları ses
ise “Gakguburak” olarak isimlendirilmiştir. Yani
kekliklerin hangi büyüklükte olduklarını anlatmak
için çıkardıkları sesler söylenir.
Cip cip denildiğinde
herkes yavruların daha yeni çıkmış olduğunu anlar.
Pıy pıy denildiğinde yeni uçmaya başlayan, fakat
elle yakalanabilecek büyüklükte olduğu, kıy kıy veya
Gakgalak dendiğinde elle yakalanması mümkün
olmayacak kadar büyümüş olduğu ifade edilmiş olur.
Gakguburak safhası ise artık yavruların keklik
olduğu ve avlanabileceği anlamını taşır. Yani bir
keklik cip cip, pıy pıy, kıy kıy, gakgalak,
gakguburak ses safhalarını aşarak keklik olur.
Zaman zaman tavşan ve
tilkilerin köy içlerine kadar girdikleri, çakal
seslerinin köyden rahatlıkla duyulduğu zamanlar çok
olmuştur. Kurt ve andıkların(sırtlan) köy
yakınlarında sürülere saldırdığı ve hayvanları
parçaladığına da çok şahit olunmuştur.
İcikler’de tarım
ürünleri olarak da tütün, buğday, arpa, burçak,
nohut ve bağ yetiştirilmektedir. Ayrıca bol
miktarda palamut ağacı bulunmaktadır. Gelir
kaynaklarının temelini tütün ve palamut
oluşturmaktadır. Diğer ürünler daha çok herkesin
kendi ihtiyacını karşılayacak niteliktedir.
Sulanabilen arazisi oldukça azdır. İcikler'in altı
kilometre yakınından geçen Gediz nehrinin
kollarından olan ilke çayı yataklarında bir
miktar sulanabilen arazi olsa da oldukça
yetersizdir. Küçük dere yataklarında bulunan az
miktardaki sulak yerlere de bahçe yapılır.
Bostanlar dahil bütün tarım ürünleri susuz yetişir.
İcikler köyünün bitki
örtüsü, daha çok kızıl çam, pıynar, çalı ve palamut
ağaçlarıdır. Özellikle palamut, çam ve pıynar
yönünden oldukça zengindir. Bütün köylü odun
ihtiyacını bu kaynaklardan karşılar.
İcikler’in geçim
kaynaklarından biride halıcılıktır. Hemen hemen her
evde halı tezgahı vardır. Halıyı genellikle kızlar,
gelinler ve genç oğlanlar dokur. Evlenen gelin ve
damat ana ve babasından ayrıldığında hemen evlerine
bir halı tezgahı kurarak, karı koca birlikte halı
dokuyarak geçimlerini sağlarlar. İcikler’in geçim
kaynaklarını kısa kısa böylece tanıttıktan sonra
yemeklerinden de kısaca bahsedelim.
1-Tarhana
2- Fırında Kabak
3- Keşkek
4-Gevrek Islatması
5-Höşmerim
6-Tavşan dolma
7-Üzüm ve kak hoşafı
8-Diğerleri.
TATLILAR
1-Basma helva
2-Kırık helva
3-Susamlı baklava
4-Pelte
5-Pekmezli kar helvası
6-Ayva reçeli vb.
İcikler yemeklerinden
birkaç tanesinin hazırlanması ve yapılışı şöyledir.
Bunlardan tarhananın hazırlanmasıyla başlayalım.
Tarhana:
İcikler tarhanası yörede
en tanınmış çorbadır. Al kırmızı rengiyle ün
yapmıştır. Al kırmızı olmayan tarhana tarhanadan
sayılmaz. Hatta biraz ağarmış veya sonradan ağarmaya
yüz tutmuş tarhanalar eski tarhana adıyla anılır ve
yense bile isteyerek değil mecburiyetten dolayı
yenir.
İcikler tarhanasının
yapılışı biraz zahmetlidir ama ne salça ister, ne de
et ister. Bir köy ekmeği olduğunda tadına doyum
olmaz. Tarhana çorbasının içine köy ekmeği,
ufalanarak yeteri kadar doğranır ve öyle yenir.
İcikler tarhanasının yapılışından da kısaca
bahsedelim.
İcikler tarhanasının ana
maddelerini şöyle sıralayabiliriz.
1-Un
2-Hamur maya((Hamur
tarhana varsa, maya olarak tercih edilir)
3-Dalında kızarmış
tarhanalık biber
4-soğan
5-Nohut
6-Yoğurt
7-tuz
Tarhanalık biberler
dallarında al kırmızı oluncaya kadar toplanmaz.
Dalında kıpkırmızı olan biberler toplandıktan sonra
bir hafta on gün dolaylarında gölge bir yere
serilir. Biraz daha burada da kızarması ve hafif
buruşması sağlanır. Yani içindeki su oranının biraz
azalması sağlanır. Yapılacak tarhananın miktarına
göre tane tane sayılarak belli sayılarda konur. Dört
tenekelik(iki kile) bir tarhanaya 700-1000 tane
biber konulur. Hatta tarhanalık biberler kilo ile
değil sayı ile satılır. Satımlar yüz biber üzerinden
yapılır. Biberlerin küçüklük ve büyüklük durumuna
göre pazarlık usulü, alış veriş yapılır.
Biberler önce
saplarından ayıklanarak bir kazana doldurulur. İçine
yeteri kadar su konulur ve kaynatılır. Suyun çok
fazla olmamasına dikkat edilir. Çünkü biberlerin
besin maddelerinin israf edilmemesi gerekir.
Kaynatılmış olan bu biberlerin suyu ayrı bir kaba
süzülür.
Bir ekmek teknesine
yeteri kadar elenmiş buğday unu konulur. Ayrıca unun
içine hamur maya, yeteri kadar kaynatılmış nohut ve
bunların ezmesi, yeteri kadar yoğurt, ayıklanarak
suda pişirilmiş yeteri kadar soğan ve pişirilmiş al
kırmızı biberler konulur. Bu un hiç su konulmadan
yukarıda saydığımız maddelerle iyice karılır ve üstü
bir bezle örtülür. Ancak bundan sonra dikkat
edilmelidir. Çünkü mayalanan tarhana hamuru bir süre
sonra kabarmaya başlar. Eğer hamur ara sıra
karıştırılmazsa tekneden dışarıya taşmaya başlar. Bu
karıştırma işi iki üç gün devam eder. Tarhananın
kabarma durumu ortadan kalktıktan sonra iki üç günde
bir el ile yoğrulur. Katık maddeler böylelikle
birbirleriyle iyice karışmış olur.
Tarhana karıldıktan
10-15 gün sonra meldin adı verilen özel
tarhanalık kilimler, evlerin veya damların
dambaşlarına sabah erkenden serilerek üzerlerine
hamur tarhanalar parça parça dağıtılır. Bu duruma
“Tarhana çıkarma”denir.
Evin hanımı konu komşuyu
tek tek dolaşarak “Tarhana ovalamaya”çağırır. Yani
tarhana imece usulü ovalanır. Bir meldinin başında
dört beş tane kadın bulunur. Tarhana çıkaran ev
hanımı yemekler hazırlayarak öğle yemeği verir.
Tarhana ovalama yemeklerinin başında tabi ki yeni
ovalanmış taze tarhana çorbası, çeşitli sebze
yemekleri ve bal kabağı tatlısı vardır. Yaklaşık
ikindi ezanına kadar ovalama işi bitirilip tarhana
eleklerden geçirilir ve meldinlere ince bir şekilde
serildikten sonra herkes evine dağılır.
Tarhana bundan sonra
ağarmasın diye gölge yerlere serilerek kurutulur.
Kuruduktan sonra ağarmasını (beyazlamasını) önlemek
için toprak küplere doldurulur. Son zamanlarda
naylon bidonlara konmaya başlanmıştır. Böylece bir
yıllık tarhana hazırlanmış olmaktadır.
Fırında Kabak:
İcikler’in yöresel
yemeklerinden birisi de fırında kabak(kabak kebabı
da denilebilir)tır. Fırında kabak ekmek fırınlarında
pişirilir.
İcikler’ de ekmekler
mahalle fırınlarında yapılmaktadır. Köyün hemen
hemen bütün mahallelerinde fırın vardır. Bu
fırınlara ekmek yapmak nöbetle olur. Nöbet koymanın
adı “çırpı koymaktır”. Ekmek yapacak kadın eline bir
pıynar dalı alarak fırının önüne gelir ve fırına en
yakın evin hanımına seslenerek derki ;”Fırına çırpı
koyan var mı? Yoksa bak ben çırpı koyuyorum, çırpı
koymaya gelenlere deyiver” deyip elindeki pıynar
dalını fırının önüne koyarak gider. Ekmek etmek için
fırına gelen başka bir kadın orada çırpıyı görünce
nöbetin konulmuş olduğunu anlar ve fırının en
yakınında bulunan evin hanımına çırpıyı kimin
koyduğunu sorarak öğrenir. Öğrendikten sonra doğru
çırpı koyanın evine varır. Ona derki; ”çırpıyı sen
koymuşsun, beni de arkandan deyiver. Senin arkandan
da ben edeyim ekmeği”der ve gider. Onlardan sonra
her gelen aynı yolu takip ederek ekmek edecekler
sıraya girer.
Böylece fırın akşama
kadar, hatta yatsı ezanına kadar yanmaya ve ekmek
edilmeye devam eder. Her ekmek çıktıktan sonra
tekrar yakılır, közler ve küller süpürülür, ekmekler
öyle pişirilir. Bunları bu kadar anlatmamın sebebi
yukarıda da belirttiğim gibi, fırında kabağın
pişirilme yöntemiyle ilgili olduğundandır. Fırında
kabak pişirebilmek için fırının günde en az üç dört
defa yanmış olması gerekir. Aksi taktirde kabak tam
pişmez ve lezzetli olmaz.
Üç beş defa yanan
fırınlara, son ekmek çıktıktan sonra bütün mahalleli
fırın kabağı ve bal kabağı denilen kabakları kaptığı
gibi fırına koşar. Fırında sıraya girilir. Kabaklar
sırayla “karıştırgaç” denilen uzun ağaç dallarıyla
bütün bütün dipten itibaren düzenli bir şekilde
yerleştirilir. Bu arada fırının dolması neticesinde
bazılarının kabakları açıkta kalır. Bundan dolayı
bazen fırında sıra kavgaları bile olur. O gün açıkta
kalanlar tabi ki fırında kabak yiyemezler. Fırın
doluncaya kadar kabaklar konulduktan sonra fırının
ağzı taşlarla örülerek dışından çamurla iyice
sıvanır ve herkes evine dağılır.
Sabah ezanıyla birlikte
kalkan herkes doğru fırının yolunu tutar. İlk
varanlar fırının ağzını açar. Ancak sabah ilk
varanlar daha çok kabağını en son koyanlardır. Yani
kapağı fırının ağzına yakın olanlardır. Eğer onlar
geç varacak olurlarsa fırının dip tarafında kabağı
olanlar öndeki kabakları aralarken çok zaman öndeki
kabaklar ister istemez deşilerek zarar görürler.
Bundan dolayı herkes buna göre hareket ederler.
Kabağını bir sini üzerine koyan evinin yolunu tutar.
Fırında kabak sabahları tarhana çorbasının ardından
sıcak sıcak yenir ve tadına doyum olmaz.
Hele o fırın kabağının
içinden çıkan çekirdeklerin tadı yok mu, çocuklar o
çekirdeklerin başında, yemek için birbirleriyle
yarış ederler.
Keşkek:
İcikler’in yöresel
yemeklerinden biriside keşkektir. Keşkek yemeğini
açıklamadan önce, keşkeğin nasıl yapıldığını kısaca
açıklayalım. Keşkek, iyi kalitede buğdaydan
yapılır. Yeteri kadar buğday bir çuvala doldurularak
gölönü mahallesinin meydanında bulunan tarihi dübeğe
götürülür. Buğday hafif şekilde ıslatılır. Islatılan
buğdaylar dübeğe doldurulur. Dübek yaklaşık bir
teneke buğday alır. Karşılıklı iki kişi ellerinde “Toku”
adı verilen T şeklindeki ağaçtan yapılmış
araçlarla, buğdayların tamamının kabukları
soyuluncaya kadar dövülmeye devam eder.
Keşkek dövme işi daha
çok genç delikanlılar ve genç kızlar tarafından
yapılır. Keşkeğin dövülmesi yaklaşık iki üç saat
kadar devam eder. Bu dövme işinin zor olması
nedeniyle keşkek imece usulü dövülür. Tamamen
kabuklarından ayrılmış olan buğday artık keşkek
olmuştur. Kabukları savrularak keşkekten ayrılır.
Bir kilim veya meldin üzerine serilerek kurutulur.
Bu kurutmadan sonra keselere veya çuvala konularak,
keşkek artık afiyetle yenmeyi bekler. Keşkeğin
dövülmesiyle ilgili geniş açıklamayı düğün
keşkeğinde ayrıntılı olarak ele alacağız.
Keşkek ve bulgurların
dövüldüğü bu dübeğin tarihi bir özelliği de vardır.
Kısaca bu tarihi dübekten de bahsetmek istiyorum.
Bu dübek, kösele
taşından, ayağı bir kesik koni, gövde ise yarım
daire, içi ise ters kesik koni şeklinde, dışından
bakıldığında bir havan’ı andıran, çok güzel
işlenmiş, kırılmasını ve zarar görmesini önlemek
için ağzının çevresine bir çelik çember geçirilmiş,
ne zaman yapıldığı ve hangi devirden kaldığı
hakkında herhangi bir bilgi bulunamamıştır.
Osmanlı devrinin son
devirlerini yaşamış ve görmüş büyüklerimiz dahi bu
dübeğin ne zaman yapıldığı veya nereden geldiği
hakkında bilgilerinin olmadığını açıklamışlardır. Bu
kısa notu da belirttikten sonra keşkeğin nasıl
pişirildiği hakkında da kısaca bilgi verelim.
Keşkek akşamdan bir kaba
ıslatılır. Sabaha kadar iyice ıslanan keşkeğin suyu
süzüldükten sonra, tencerede kızartılan et yağı veya
tere yağının üzerine dökülür. Yeteri kadar su ve tuz
konularak hiç karıştırılmadan pişmeye bırakılır.
Keşkek piştikten sonra kepçeyle, keşkek taneleri
iyice dağılıp koyulaşıncaya kadar dövülür
(karıştırılır). Üzerine et ve et suyu ilave edilerek
afiyetle yenir.
Gevrek Islatması:
Gevrek ıslatması
böreklik kuru yufkalardan yapılır. Yufkalar
saçlarda pişirilip kurutulduktan sonra kule halinde
bir tepsi üzerine üst üste yığılır. Her
istendiğinde, bu yufkalardan yeteri kadar alınıp
kuzu kulağı kadar küçük küçük parçalara bölünür. Bir
tabak içine özenle döşenir.
Tavaya yeteri kadar
tereyağı, tereyağı yoksa çiçek yağı konulur.
Doğranmış soğan ile salça bu yağın içine konularak
güzelce kavrulur ve içine, eğer et suyu varsa et
suyu, et suyu yoksa yeteri kadar normal su konularak
kaynatılır. Kaynatılan bu karışım sıcak sıcak hazır
olan gevrek üzerine gezdirilerek dökülür. Biraz
soğuması ve gevreklerin iyice ıslanması beklenir ve
sofraya hazır hale getirilip afiyetle yenir.
İcikler’in bu yemek
çeşitlerini kısaca belirttikten sonra İcikler’de
gençler arasında yapılan oyun ve sosyal
faaliyetlerden de kısaca bahsedelim.
Gençler arasında en çok
rağbet gören faaliyetler arasında erkeklerde “Efene”
toplantıları, kızlarda ise bayramlarda “Elele
kolele” ve “Turanbaç” oyunlarıdır.
Gençlerin efene
toplantıları şöyle yapılır. Gençler kendi aralarında
anlaşarak tarhana, buğday, bakla gibi tahıllardan
belli ölçülerde herkesten toplanarak bakkallara
satılarak veya para toplanarak, bu parayla birkaç
tane tavuk alıp birinin evinde akşamları
toplanırlar. Evine toplanılan gencin ailesi bu
tavukları burada pişirerek akşama hazır hale
getirir. Akşam gençler bir araya geldikten sonra
topluca tavuklar yenir sohbetler yapılır. Topluca
türküler söylenir. Çeşitli oyunlar oynanır.
En çok
oynanan oyunlardan bazılarının adları şöyledir.
1-Bilmece
2-Tuz saklama
3-Binmeci eşek
4-Sırayla masal anlatma
v.b etkinlikler gerçekleştirirler.
Bazı bilmeceler
şöyledir.
Karşıdan
baktım yamur yumur
Yanına vardım kilitli
demir
(Cevap:Mezar)
***
El yatar
İlyas oturur.
(Cevap:İbrik)
***
Karşıdan baktım hiç yok
Yanına vardım pek çok
(Cevap:Karınca)
***
Yer altında
Yağlı kayış
(Cevap:Yılan)
***
Çıldırdamadan
Küre girer
(Cevap:Güneş ışını)
***
Allah yapar yapısını
Kul açar kapısını
(Cevap:Karpuz)
***
Sarıdır sarkar
Düşerim diye korkar
(Cevap:Armut)
***
Ben giderim o da gider
Arkamdan tin tin eder
(Cevap:Gölge)
Genç kızların ise
özellikle bayramlarda topluca oynadıkları “elele
kolele” oyunudur. Bu oyunda şöyle oynanır.
Kızlar karşılıklı iki
saf halinde el ele tutuşarak yüksek sesle çeşitli
tekerlemeler söyleyerek birbirlerine doğru yürürler.
İki saf, bir birine tam yaklaştığında geri
adımlarla geldikleri noktaya giderler. Bu
tekerlemelerde kızlar birbirlerine oğlanlar
satarlar. Bu durumda kimisi söylenen sözlere
alınarak tepki gösterir, kimisi kızarır bozarır,
kimisi de neşelenir kahkahalar atar. Kızların
çevresinde de bu sırada oğlanlar dolaşır durur ki
,acaba bana kimi satacaklar diye merak ederler.
Turanbaç oyunu da yine
genç kızların topluca oynadıkları oyunlardan
biridir. Uzun bir urgan veya sicim bir ağaca veya
sabit bir yere bağlanır. Genç kızlardan birisi ebe
olur. Ebe olan kızın beline urgan bağlanır.
Ebe kız bağlandığı
ağacın çevresine çizilen dairenin içinde durur.
Diğer kızların ellerinde birer bez ve bu bezin ucu
düğümlenmiş olduğu halde ebe kıza vurmaya
çalışırlar. Ebede kendisine vurmaya çalışan
kızlardan herhangi birini urganın yetişebildiği
yere kadar koşarak yakalamaya çalışır. Ebelik bir
kişiyi yakalanıncaya kadar devam eder. Eğer
yakalayabilirse ebelik yakaladığı kıza geçer. Oyun
böylece devam eder gider.
Gençlerin oynadığı
oyunlardan bahsettikten sonra birazda çocukların
oyunlarından bahsedelim.
Çocukların oynadıkları
oyunların bazılarını da şöyle sıralayabiliriz.
1-Çelik çomak
2-El bakıç (saklanbaç)
3-Çırakman
4-İstop
5-Kazantaşı
6-Kazık
7-Marka
8-Güvercin taklası
9-Binmeci eşek
10-Deve alma
11-Yer kazmaca
12-Esir almaca v.b gibi
oyunlar oynarlar.
İcikler’de gençlerin
askerlik hazırlıkları da ayrı bir özellik taşır.
İcikler’de askere gidecek gençler gitmelerine tam
yirmi(20) gün kala her türlü işi bırakıp yirmi gün
boyunca köy içinde gezerler. İlk günden itibaren
asker adaylarına davetler başlar. Her asker adayının
yakın akrabaları, sadıcı, arkadaşları, bütün eşi
dostu yemeğe davet ederler. Öyle günler olur ki
günde beş-on defa davete gittikleri olur.
İcikler’de, askere giden gençlere yemek yedirmenin
çok büyük sevap olduğuna inanılır.
Asker adayları daha ilk
gün akşamından itibaren davetli oldukları evlerde
yemeklerini yedikten sonra, topluca yüksek seslerle
türküler söylerler. Türküler, yaz aylarında evlerin
dışa açık olduğu yerlerde veya dambaşlarda söylenir.
Kış günü ise pencereler açılarak söylenir ki bütün
köylü duyup dinlesin diye. Bu türküler öyle coşkulu
olur ki köyde bir çok insan evlerinin pencerelerine
çıkarak bu türküleri dinlerler. Bu durum asker
adaylarının yola çıkacağı son bir gün öncesine kadar
devam eder. Son akşam ise bütün askerler kendi
evlerinde olur. Çünkü o akşam bütün akrabaları,
arkadaşları akşam asker adayının yanına son
ziyaretlerine gelirler. Asker adayına büyükler
tavsiyelerde bulunurlar, tecrübelerini anlatırlar,
dualar ederler. Gece geç vakitlere kadar oturulur,
sohbetler yapılır.
Sabah erkenden yolcu
etmek için asker adayının evi tekrar uğurlamaya
gelenlerle dolar taşar. Gerekli hazırlıklar
yapıldıktan sonra asker adayı önce anası, babası ve
kardeşleriyle helâllaştıktan sonra orada bulunan
herkesle ayrı ayrı helâllaşır. Büyüklerin ellerini
öper, küçükler ve arkadaşlarıyla kucaklaşarak
Allah’a ısmarladık dedikten sonra köyün çıkışında
bulunan ilkokulun bahçesine doğru yola çıkılır.
Evden çıkarken bir kovayla arkasından su dökülür. Bu
suyun anlamı, su gibi akarak gidip, su gibi akarak
gelmesi dileğidir.
İcikler’in en güzel
adetlerinden biriside topluca asker uğurlama
törenidir. Bütün asker adayları aynı şekilde
ilkokulun bahçesinde bütün köy halkıyla birlikte
toplanırlar.
Asker adayları
topluluğun en önüne tek saf halinde kıbleye dönük
olarak dizilirler. Asker adaylarının arkasına da
erkekler önde olmak üzere köy halkı da yönleri
kıbleye dönük olduğu halde sessizce dururlar. Köy
imamı hemen asker adaylarının önüne durarak asker
adaylarının belâsız, kazasız görevlerini tamamlayıp
gelmeleri için yüksek sesle Kur’anı kerim okur ve
dualar eder. Bu tören bittikten sonra asker adayları
orada bulunan herkesle vedalaşır. Bu vedalaşma
sırasında asker adaylarının ceplerine bir çok insan
harçlık koyar. Öyle olur ki asker adaylarının cebine
yardım amacıyla konulan bu para miktarı ailesinin
verdiği paranın birkaç katı bile olabilir. Buda
İcikler’in dayanışmayla ilgili en güzel adetlerinden
biridir. Hiç kimse o gün askerleri uğurlamadan her
hangi bir yere gitmez. Bu uğurlama töreninden sonra,
köy halkı asker ailelerine, Allah kavuştursun derler
ve herkes işine veya evlerine giderler.
HACI
UĞURLAMA
İcikler’de hacca
gidenlerin, hac yolculuğuna da büyük önem verilir.
Hacca gidecekler belli olduktan sonra hacı adayları
belli hazırlıklara girişirler.
Hacı adayları köydeki
herkesi ayrı ayrı ziyaret ederek helâllaşırlar.
Hatta yıllardır küs kaldığı insanları ziyaret
ederek hem barışırlar hemde helâllaşırlar. Hacca
giderken hiç kimseyle kırgın ve küs olunmaması
gerektiğine herkes içtenlikle inanır. Böylece hac
yolculuğu toplumsal bir barışa da sebep olur.
Hacca gidecek olanlar
“hacı yemeği” denilen bir yemek verirler. Bu yemek
günleri hacca gidecekler arasında bir planlama
yapılarak ayrı ayrı günlerde verilir. Özellikle bu
yemek Cuma günlerinde verilir. Çünkü İcikler Cuma
günleri çok kalabalık olur. İcikler merkezi bir köy
konumunda olması dolayısıyla bütün çevre köyler
İcikler’e Cuma namazı kılmaya ve alışveriş yapmaya
gelirler. İşte bu insanlara da hacı yemeği yedirmek
için Cuma günleri tercih edilir. Ayrıca hacı
adayları başka köy ve şehirlerdeki bütün
tanıdıklarını aynen düğünlerde olduğu gibi hacı
yemeğine davet eder.
Hacı yemeği için
kesilecek hayvanlar alınır, keşkekler dövülür,
böreklikler hazırlanır. Hacı adayının yanında
götüreceği yiyecekler hazırlanır. Bunların başında
“gavıt veya pesamat” denilen parça parça edilmiş
ekmekler fırında kurutularak çuvallara doldurulur.
Keselere İcikler tarhanası, nohut, fasulye v.b
yemeklikler konulur.
Yemekler kararlaştırılan
gün, şafakla birlikte evlerin önüne kazanlar
kurulur, aşçılar büyük bir gayretle bütün yemekleri
Cuma namazı çıkışına hazırlamak için büyük gayret
sarfederler. Bütün köylü Cuma namazına gider. Cuma
namazında imam bütün cemaatı hacı adayı adına hacı
yemeğine davet eder. Cuma namazından çıkan herkes
topluca hacı yemeğine giderler. Sofralar kurulur,
sofraların çevresine insanlar dizilirler. Cami imamı
Kur’anı Kerim okur, dua eder, hacı adayının sağ
selim hacca gidip gelmesini diler. Duadan sonra
herkes yemeklerini yer ve hacı adaylarına hayırlı
olması dileğini ileterek dağılırlar.
Hacı yemeğinden sonra
hac yolculuğu gününe kadar hacı adaylarının evleri
ziyaretcilerle dolar taşar. Helâllaşmaya gelenler,
hayırlı yolculuklar dilemeye gelenler hiç eksik
olmaz.
Hac yolculuğuna
çıkılacağı gün sabah namazından itibaren hacı
adayının evi yolcu etmeye gelenlerle ana baba gününe
döner.
Hacı adayları aynen
asker uğurlamada olduğu gibi ilkokulun bahçesinde
toplanmak üzere, köyün camisinde bulunan Sancak
eşliğinde, dualarla ve selâvatlarla evlerinden eşi,
dostu ve akrabalarıyla birlikte yaya olarak yola
çıkarlar.
Burada İcikler’in
sancağıyla ilgili de kısaca bilgi verelim. Bu sancak
uzun yıllardan beri köy camisinin minberinde durur,
sadece hacılar yolcu edilirken çkarılır. Hacılar
hacca yolcu edildikten sonra tekrar minbere yerine
yerleştirilir. Köyde bulunan bu sancağın nereden
geldiği, kimler tarafından ve niçin, hangi sebeple
verildiğini bilen çıkmamıştır. Bir söylentiye göre
bu sancak İcikler’in kuruluşunu sağlayan İcik
yörüklerine ait bir sancak olduğu söylenmektedir.
Bir başka söylentiyi ise
Hacı terzi Mehmet Karabacak bize şöyle anlatmıştır.
“Anamaslı yörüklerinin bazı mensupları, bu sancağın
kendilerine ait bir sancak olduğunu iddia ettiler.
Bunların bir kısmı Kurşunlu ve Saracıkta
yerleşiktirler. Ancak Anamaslı yörüklerinin
iddialarını ispatlayabilecek bir belgeleri de mevcut
değildir” demiştir.
İcikler’in bu sancağı
her nasıl olduysa, 1980’li yıllarda kaybolmuştur.
Nasıl kaybolduğu yada kimler tarafından alındığını
bütün araştırmalarıma rağmen izini bulamadım. Bazı
vatandaşlarımız sancağın çok yıprandığını, onun için
atılmış olabileceğini söyleseler de, bunun sadece
bir tahminden öte gitmediği anlaşılmaktadır.
Tarihi sancakla ilgili
bu bilgiyi verdikten sonra biz yine hacı uğurlama
törenine kaldığımız yerden devam edelim.
En önde sancak olmak
üzere, evlerinden okulun avlusuna varıncaya kadar,
daha önceden hazırladıkları bozuk paraları avuç avuç
çocukların bulunduğu yerlere doğru atarlar. Çocuklar
bu paraları kapabilmek için adeta birbirleriyle
yarışırlar. Çocukların o para kapma yarışını, neşe
ve heyecanlarını görmeye değer. Bu para saçma ve
kapma, okulun bahçe kapısına kadar devam eder.
Bütün hacı adayları
okulun bahçesine toplandıktan sonra, hacı adayları
en öne saf halinde dururlar. Onların önünde cami
imamı, hacı adaylarının arkasında da erkekler önde,
kadınlar arkada olmak üzere bütün halk saf tutar.
Burada imam topluca dua eder ve hayırlı yolculuklar
diler. Bu törenden sonra hacı adaylarıyla tek tek
herkes helâllaşıp hayırlı yolculuklar dilerler. Hacı
adayları araçlara bindirilerek yolcu edilirler.
Araçlar hareket eder
etmez toprak kavanozlarla getirilen sular
arkalarından dökülür. Bunun anlamı, su gibi akarak,
belasız, kazasız, gidip gelsin demektir. Hacı
uğurlama töreninden sonra herkes işine gücüne
dağılır.
İCİKLER’DE
CENAZE
İcikler’de cenazeyi
anlatmadan önce hasta ziyaretlerinden bahsetmek
istiyorum. İcikler’de ciddi rahatsızlığı olan
hastalara büyük hassasiyet gösterilir. Köyde hemen
hemen herkes fırsat buldukça hastaları ziyaret
etmeye büyük gayret sarfederler. Hastaya sabırlar
dilenir ve teselli edilmeye çalışılır. Herkes hasta
yanından ayrılırken “Bir daha görmek var, görememek
var” diyerek helâllaşarak ayrılırlar.
İcikler’de bir ölen
olduğunda, köy minaresinden selâ verilir. Selâdan
sonra ölen kişinin ismi söylenir. Ölümün
duyulmasıyla birlikte, ölü evinin yakın çevresinde
bulunan kadın ve kızlar desti ve ibriklere su
doldurarak ölen insanın yıkama suyunun ısıtılacağı
kazanlara boşaltır. Cenazenin yıkama suyunu
hazırlamanın büyük sevap olduğuna inanılır.
Cenaze günü, köyde hiç
kimse cenazeyi kaldırmadan kesinlikle işe gitmez.
Cenaze kaldırılmadan işe gidilirse, o gün işlerin
mutlaka aksayacağı veya işe gidenlerin başına, o gün
kötü şeylerin geleceğine inanılır.
Ölü yakınlarından birkaç
kişi mezarlığa giderek mezar kazılır. Mezarı
kazanlara ölü yakınları gönüllerinden koptuğu kadar
bir miktar para verir.
Erkek ölüleri köy imamı,
kadınları ise köydeki bir kadın yıkar. Yıkama işi
bittikten sonra cenaze “sal”a konulur, Sal’ın
üzerine ölen insanın daha sağlığında, Sal’ın üzerine
örtülmek üzere dokuttuğu kilim örtülerek camiye
götülür.
Camide, topluca cenaze
namazı kılınıp, köy yakınında bulunan mezarlığa
defnedildikten sonra, defin için gelenlere komşu bir
evde topluca yemek verilir. Cenaze yakınlarına tek
tek başsağlığı dilenerek herkes işine gücüne gider.
Sal’ın üzerine konulan kilim camiye götürülerek,
caminin uygun bir yerine, camiye hediye olmak üzere
serilir.
Vefadın birinci gününden
itibaren müsait olanlar evlerinde pişirdikleri
yemeklerden alarak, akşam yemeğini ölü çıkan evde
yerler. Bu duruma “eren” denir. Eren
haftalarca devam eder. Ölü yakınları uzunca bir
süre yalnız bırakılmaz. Her gün yemeğini alan,
akşam yemeği için, ölü evine koşar. Topluca yemekler
yenir, ölü yakınları teselli edilmeye çalışılır.
Ölen insanın güzel davranışları ve konuşmaları
anlatılır. Her akşam Kur’anı Kerim okunur, ölenin
ruhuna fatihalar gönderilir, hayır dualar edilir.
İCİKLER’DE
BAYRAM
İciklerde Ramazan ve
Kurban bayramları çok hareketli geçer. Haftalarca
önceden evlerin temizliği ve badanaları yapılır.
Üç gün önceden
baklavalar fırınlarda pişirilip tatlısı dökülmeden
arefe günü sabırsızlıkla beklenir. Bayramlıklar
büyük heyecanla alınıp, bayramda giyilmek üzere
bayram günü adeta iple çekilir. Hele çocukların
bayramlıklarının alındığı günü görmek lazım.
Çocukların bayramlıklarını defalarca giyip giyip
çıkarmalarını, hoplayıp zıplamalarını seyretmeye
doyum olmaz.
Arefe günü ikindi
namazına gitmek üzere, bütün köy halkı akın akın
camiye koşar. Çünkü her bayram arefesi ikindi
namazından sonra topluca köy mezarlığına gidilir.
Mezarlığın ortasında bütün ahali toplanır. Köy imamı
en öne geçerek Kur’an Kerim okur, dualar eder. Bu
toplu dua töreninden sonra, herkes yakınlarının
mezarları başına tek tek giderek Kur’anı Kerim okur
veya okutur, geçmişlerinin ruhuna fatihalar
gönderir. Bu mezar ziyaretinden sonra herkes
guruplar halinde köye döner.
Toplu mezar ziyareti
yüzyıllardır sürüp geldiği büyüklerimizce anlatılır.
Dileğim bu dayanışmanın daha nice yüzyıllara
uzanmasıdır.
Arefe akşamı gündüzden
tatlıları dökülerek hazırlanan baklavalar, kesilen
tavuklar, afiyetle yenir. Sabırsızlıkla sabah
ezanının okunması beklenir. Özellikle çocuklar
sabahın daha çabuk olması için akşamdan
yatarlar.Sabah ezanının “Allahüekber Allahüekber”
nidasıyla çoluk çocuk herkes ayağa kalkar. Abdestini
alan, sabah ve bayram namazı için camiye koşar.
Caminin avlularına kadar kilimler serlir.Her taraf
cemaatla dolar taşar. Köy camisi ve çevresi sanki
mahşer yerini andırır.
Bayram namazı
kılındıktan sonra, cami avlusunda bütün köy halkı
tek tek bayramlaşır. Birbirine küs ve dargın olanlar
burada barışır veya barıştırılır. Köyümüzün bu adeti
dikkate şayan bir özelliğidir.
Camideki bu bayramlaşma
bittikten sonra herkes evinin yolunu tutar.
Evlerdeki bayramlaşmada yine bambaşka bir güzellik
oluşturur. Hemen küçükler kendiliğinden sıraya
girerek, ebe ve dedelerden başlayarak ana ve
babalarından aşağıya doğru herkesin elleri öpülür.
Büyüklerde küçüklere “çok yaşa çok bayramlar gör”
diyerek hayır duada bulunurlar. Büyükler çocuklara
daha önceden hazırlamış olduğu bayram harçlıklarını
verirler. Ebe ve dedelere, ana ve babalara da yaşı
büyük olan çocuklar tarafından paketlenmiş hediyeler
verilir. Evler büyük bir neşe ve sevince boğulur
bayram günü. Bayramlaşmadan sonra bütün aile ve
varsa misafirler topluca yemeğe oturulur. Burada
tarhana çorbası baş yemektir. Ardından baklava ve
fırında kabak en sık yenen yemeklerdir.
Sabah yemeğinden sonra
konu, komşu ve akraba ziyaretlerine çıkılır.
Büyüklerin elleri öpülür, küçüklerle tokalaşılır.
Köy içinde büyük bir hareketlilik başlar. Bu
hareketlilik üçünçü veya dördüncü bayram gününe
kadar devam eder.
Gençler köy içinde
gruplar halinde dolaşırlar. Özellikle genç kızlar
toplu halde dolaşırlar, toplu halde oyun oynarlar.
Kızların ençok oynadıkları oyunlar “alele kolele,
turanbaç” v.b oyunlardır. Alele kolele oyununda
birbirlerini oğlanlara satarlar. Bu satma oyununda
kimi kızlar utanır, kimisi kızar küplere biner,
kimide beni o oğlana değilde şu oğlana satsaydınız
diyerek şaka yapar veya serzenişte bulunur.
Oğlanlarda kendilerine hangi kızların satılacağını
öğrenmek üzere kızların arkasından öbek öbek
dolanmaktan geri kalmazler. Oğlanlar kesinlikle
hiçbir kıza laf atmaz veya rahatsız etmezler. Sadece
bakmakla ve beğenmekle meşgul olurlar. Bundan dolayı
köyümüzde namus kavgası pek görülmez.
Ramazan bayramında üç
gün, Kurban bayramında da dört gün hiç kimse işe
gitmez. Herkes bayramın tadını çıkarmaya çalışır.
Kurban bayramında,
kurban etinden yedi parça bölünür, bu parçalar yedi
tane eve dağıtılır. Herkes buna çok dikkat eder.
Burada bu yedi evin fakirlerden olmasına dikkat
edilir. Yedi eve kurban eti vermenin çok sevap
olduğuna inanılır. Geri kalan kurban etleri
bıçaklarla kıyılarak kavurma yapılır. Bu kavurmalar,
gelen misafirlere ikram edilir ve geri kalanlar cam
kavanozlara doldurularak evde pişirilen yemeklere
konulur veya ısıtılarak yenir.
Kurban derileri de
köyümüzün camisinin veya Kur’an kursunun
ihtiyaçları için verilir. Hiç kimse kendi ihtiyacı
için kurban derilerini kullanmaz. Kurban derilerini
hayır etmenin daha sevap olacağına inanarak bu hayır
kurumlarına verir.
İcikler'in çok eski
tarihi geçmişine paralel olarak gelenek ve
görenekleri de oluşarak yüzyıllardır devam ede
gelmiştir. Birçok bakımdan çevre köylerden ayrı
özellikler taşır. Bunlardan biride düğünleridir.
Düğünleri bütün çevre köyler tarafından ilgiyle
izlenir. İşte bu geleneklerimizin nesiller boyu
unutulmaması için yazıya dökülmesi gerektiğine
inanıyorum. Bu amaçla eksikleriyle beraber İcikler'
deki bu güzel düğün adet,gelenek ve göreneklerimizi
anlatmaya çalışacağız.
DÜNÜRCÜLÜK
(KIZ İSTEME)
İcikler köyünde düğün
hazırlıkları daha gençlerin nişanlanmaya adım
atmasıyla başlar. Nişanlanmanın adı yavuklu
olmaktır.
Evlenecek oğlanlar önce
beğendikleri kızları babalarından önce annelerine
duyururlar. Anneleri de oğlanlarının bu niyetini
babalarına iletirler. Böylece oğlanlarının evlenme
niyetini, kime tutkun olduğunu öğrenen aile
fertleri, beğenilen kız ve ailesi hakkında görüş
alış verişinde bulunurlar. Kız sorulur,
soruşturulur. Başka kimseyle ilgisi var mı, yok mu
araştırılır. Eğer aile içinde kesin karar verilirse
ki bu kararda oğlanın kararı belirleyicidir, kızın
istenmesine aile içinden onay alınır. Kızı istemeye
karar veren oğlan ve ailesi, kızı istemeye
(dünürcülüğe) kendilerine yakın akraba veya herkesin
sayıp sevdiği yaşlı kişilerden bir veya iki kişi
gönderirler. Son zamanlarda kız istemeye oğlan
babası ve akraba büyüklerinden bir kişiyle gidilmeye
başlanmıştır. Ancak kız istenmeye gidilmeden önce
kızın ailesine bir elçi tarafından, size filanlar,
falan gün hayırlı bir iş için gelecekler diye haber
iletilir. Kız tarafı eğer kabul ederse buyursunlar
gelsinler der. Kararlaştırılan gün dünürcüler kız
evine giderler. Hoşbeşten sonra dünürcüler kız ana
ve babasına ee sadıç bizim geliş maksadımız "Allah’ın
emri peygamberin kavliyle kızınız Rukiye'yi oğlumuz
İsmail'e istemeye geldik"derler. Kız ana babası
da hoş geldiniz nasipse olur diyerek karşılık
verirler.
Bu konuşmalar devam ede
dursun istenen kız ya kapı dışında yada dünürcülerin
oturduğu odanın altına girerek anasının babasının ne
cevap verdiğini anlamaya çalışır. İcikler'de evler
ahşap olduğu için yukarıda konuşulanlar aşağıdan,
yani zeminden duyulur. Bunu da burada belirtmiş
olalım. Kız tarafı kızı genellikle bir istemede
vermezler. Bizim biraz düşünmemiz gerekiyor deyip
ikinci defa tekrar istemeye gelin sinyali verilir.
Bazen beğenmedikleri
biri gelmişse " bizim kızımız daha küçük veya biz
kızımızı daha evlendirmeyi düşünmüyoruz, siz
nasibinizi başka yere arayın"deyip son sözü
söyleyerek bir daha gelmelerine gerek olmadığını
dolaylı olarak söylerler. Eğer kızı vermeye
gönülleri varsa hele bir düşünelim diyerek oğlan
evine yeşil ışık yakılır. İkinci defa gelmeleri
gerektiği ima edilir. İkinci defa dünürcü geldiğinde
ise kızımıza soralım, yakın akrabalarımıza soralım,
nasipse olur denir.
Kıza seni buraya vermek
istiyoruz ne dersin diye sorulur. Eğer kızın gönlü
varsa, anasına-babasına siz bilirsiniz, gönlü yoksa
ben daha evlenmek istemiyorum diyerek gerekli cevabı
verir. Ana baba bu cevaba göre tavır alır. Varsa
yakın akrabalara sorulur. Onlarında görüşleri
alınır. Bu arada oğlan ve ailesi araştırılır.
Oğlan tarafından tekrar
gelmek için kız tarafına elçi gönderilir. Kız tarafı
eğer gelmelerini istiyorlarsa buyursunlar gelsinler
deyip elçiyi gönderirler.
Böylece kızın birkaç
defa istenmesi sağlanır. Bu duruma "kız evi naz
evi"denir. Bu söz kız bitirmenin kolay olmadığını
vurgular. Kız ikinci, üçüncü, dördüncü veya daha
fazla dünürcülük sonunda bitirilir.
İcikler'de evlenecek
oğlanların kesinlikle içki içmemesi gerekir. İçki
içenlere hiç kimse kız vermez. İçki içen birisi
köyden birisinin kızını istemeye gitse, açık
yüzlerine söylenmese bile, geriden o sarhoşa kız mı
verilir denir.
Ayrıca köçek havasına
oyun oynayanlarda pek hoş karşılanmaz. Oğlanın
hırsızlık yapması da kız evi tarafından geri
çevrilmesine sebep olan nedenlerdendir. Onun için
icikler'de "sarhoşa, hırsıza, haylaza kız
verilmez"denir. Bunların dışında ailelerin
kendilerine uygun gördükleri ailelerin oğlanlarına,
beğendikleri taktirde kızlarını birkaç isteme
sonrasında verirler.
Kızın verilmesiyle
birlikte çeyiz pazarlıkları da başlar. Çeyiz
pazarlıkları çok çetin geçer. Çünkü İcikler'de hemen
hemen bütün eşyalar oğlan tarafından alınır. Hatta
ve hatta kızın işleme işleyeceği iğneye varıncaya
kadar oğlan evine aldırılır. Tabi bu küçük eşyalar
çeyiz pazarlıklarına konu edilmez. Bu küçük ve
önemli notu belirttikten sonra çeyizde hangi
pazarlıklar yapılır ona gelelim. Kız tarafı hemen
isteklerini sıralar. Bunların başında şunlar gelir.
1-Ev
2-En az 20
sarılira(reşat altını)
3-Dikiş makinesi
4-Saat
.
.
ve benzeri çeyizler
temel teşkil eder. Bunun dışında elbise, kazak,
ayakkabı gibi diğer küçük çeyizler üzerinde pek o
kadar fazla durulmaz. Çünkü oğlan tarafı bunları
istemeye gerek kalmadan zaten alır. Oğlan tarafı
gelin kızlarının herkes tarafından beğenilmesi ve
güzel görünmesi için en güzel giyecekleri alır ve
giydirmeye çalışır. Elde örülerek giyilmesi
gerekenleri elde örerek veya ördürerek
gelinkızlarına vermeye özen
gösterirler.
yukarıdakilerden
özellikle ev ve sarılira üzerinde çok fazla durulur.
Sarılira biraz az olsun denecek olursa hemen kız
anası devreye girer. “Benim kızım dul kadın mı ki
yirmi sarıliradan aşağı takıp gelin olacak. Bunu
asla kabul edemem“diyerek hemen tepkisini gösterir.
Ev ve sarılira dışındaki diğer isteklerde pek o
kadar ısrarcı olunmaz.
ŞERBET(NİŞAN)
Çeyiz işi halledildikten
sonra şerbet(nişan)günü tespit edilir. Şerbet
sadece haftanın iki gününde içilir. Birisi perşembe
diğeri pazar günüdür. Eğer şerbet yemeksiz ise akşam
içilir. Yok yemekli ise gündüz içilir.
İcikler'de nişanlanma
kelimesi pek kullanılmaz. Denilir ki zengin
Nurullah'ın İsmail'in perşembe akşamı şerbeti var.
Bu şerbet sözü şuradan
gelir. Şerbet denilen
nişanlanma(yavuklanma)davetlilere sadece şerbet
ikram edildiğinden dolayıdır. Bu şerbetin özel bir
hazırlanış şekli vardır. Şimdi bundan da kısaca
bahsedelim.
Yavuklu olan oğlanın
sadıcı başta olmak üzere oğlanın babası, yoksa anası
veya kardeşleri ile birlikte şeker almak üzere
bakkala giderler. Bakkaldan bir çuval(50kğ)şeker
alınır. Şeker sadıcın sırtına yüklenir. Üzerine bir
kilim atılır. Kilimin üzerine de küçük bir çocuk
bindirilip doğru kız evine gidilir. Kız evinde büyük
bir-iki tane kazana su doldurulur. Oğlan evinden
gidenlerle kız tarafında bulunanlar birlikte şerbeti
hazırlamaya koyulurlar.
Şerbet yapılacak suya
yeteri kadar şeker, renklendirici pembe boya ve
karanfil konulur. Başlarlar karıştırmaya, karıştır
babam karıştır. İstenen kıvama gelinceye kadar
karıştırılır. Bu karıştırma orada bulunan tecrübeli
bir kişinin tamam şerbet oldu artık demesine kadar
devam eder. Böylece şerbet hazırlanmış, akşama
misafirlere ikram edilmeyi beklemektedir.
Şerbet kız evinde
hazırlana dursun nişanlanacak oğlan ile sadıcı,
köydeki bütün evleri tek tek dolaşarak herkesi
şerbete davet ederler. Her evin kapısı çalınarak
"akşam şerbete buyurun"derler.
Davetliler akşam
yemeğinden sonra kız tarafının akraba, eş ve
dostları kız evinde, oğlan tarafının akraba, eş ve
dostları da oğlan evinde toplanırlar. Burada bütün
davetlilere çay verilir. Aynı zamanda yatsı namazına
gidenler namaza giderler. Yatsı namazından
çıkıldıktan sonra topluca kız evine gidilir. Cami
imamı şerbet kazanlarının başına giderek dua okur.
Şerbete dua okunduktan sonra imam davetlilerin
arasına katılır. Burada yine imam kur'anı kerim
okur, dua eder. Şerbetin hayırlı olmasını diler.
Bundan sonra oğlanın sadıcı ve akraba gençlerden bir
grup şerbeti bakraçlara doldururlar. Bir tepsi
üzerine onlarca bardak konulur. Davetliler otururken
bardakları doldurup bütün misafirlere birkaç koldan
dağıtırlar.
Şerbetten sonra oğlanın
sadıcı eline bir kalbur alarak davetliler arasında
dolaştırarak şerbet(nişan) hediyeleri toplanır.
Toplanan bu ilk hediyeler daha çok paradan oluşur.
Burada toplanan bu para ve hediyeler kıza verilir.
Bu hediyeler kızın ilk çeyiz hediyeleri olur. Kız
bunları istediği gibi değerlendirebilir. Artık oğlan
ile kız bu törenden sonra yavuklanmış(nişanlanmış)
olurlar.
Eğer Şerbet(nişan)
yemekli olacaksa birkaç gün önceden etlik hayvanlar
ve yemeklikler hazırlanır. Yine yemekli şerbet
de(nişan) perşembe veya pazar günü yapılır. Bir gün
önceden şerbeti içilecek oğlan ile sadıcı köydeki
herkesi ev ev dolaşarak şerbete(nişana) davet
ederler. Derler ki "yarın öğleye şerbetimiz var
hepiniz şerbete buyurun".
Yemekli şerbet(nişan) iki şekilde yapılır. Ya dua
ile yada davul-zurna ile eğlenceli yapılır. Yukarıda
açıklandığı gibi yine şerbet usulüne uygun olarak
hazırlanır. Köyün yemek pişirmeyi iyi bilen iki veya
üç kadını yemekleri sabah erkenden hazırlamaya
başlarlar ve öğleye kadar hazır ederler. Yemekli
nişanlar öğleyin yapılır. Öğle namazından
çıkıldıktan sonra davul zurna eşliğinde seymenler
oynayarak kız evine gidilir. Yine cami imamı şerbete
ve yemeklere Dua okur. İmam davetliler toplandıktan
sonra açık olarak kur'an okur, dua eder. Yemekler
yenir. Arkasından şerbet içilir. Böylece yemekli
nişan töreni tamamlanmış ve oğlan ile kız
yavuklanmış (nişanlanmış)olur.
Bundan sonra kız, oğlan
tarafının fertleri tarafından "gelinkız"
olarak anılır. Kızın her anılışında bizim gelinkız
şöyle,bizim gelinkız böyle şeklinde söylenir.
Dolayısıyla nişanlanan kızın adı oğlan tarafında
artık Ayşe, Fatma değildir. Öte gelinkız, beri gelin
kız diye söylenir. İcikler'de nişanlanma töreninden
sonra bazı kurallar devreye girer. Bu kurallar yakın
çevre köylerde pek görülmez. Sadece İcikler'e mahsus
kurallardır.
Bu kurallardan bazıları
şöyledir.
1-Nişanlanan oğlan ile
kız kesinlikle birbiriyle konuşamaz.
2-Oğlan ile kız herhangi
bir yerde karşılaşacak olsalar kız hemen yolunu
değiştirir veya saklanır. Eğer kaçacak veya
saklanacak bir yer değilse kız başını eğerek
nişanlısına bakmadan geçer gider.
3- Oğlan ve kız
birbirlerini uzaktan gizlice görmeye çalışırlar.
4-Kız evi ile oğlan evi
işleri beraber yaptıkları zaman oğlan veya kızdan
herhangi biri, işin durumuna göre kesinlikle işe
gelmez.
5-Kız oğlan evine,
oğlanda kız evine çok mecbur kalmadıkça çıkmazlar.
Bu kurallar genelde şu
endişelerden kaynaklanıyor. Eğer nişanlanan oğlan
ile kız nişanlı iken konuşup görüşür ve sonrada
ayrılırlarsa o kıza bundan sonra kimse talip olmaz.
Ancak ve ancak evlenememiş veya köyde kimse
tarafından beğenilmeyen oğlanlar tarafından
taliplisi olur. Bunu da tabi ki kimse göze alamaz.
Hatta nişanlı iken yolda karşılaşıp da kaçmayan
kızlar pek hoş karşılanmazlar. Çünkü nişanlısından
kaçmayan(saklanmayan) kız nişanlısını saymıyor,
sevmiyor, beğenmiyor veya gönülsüz olarak
yorumlanır.
İşte bu sosyal
baskılardan dolayı nişanlı oğlan ile kız birbiriyle
görüşemezler ve konuşamazlar.
Kız ve oğlan aileleri
birbirlerine dünür diye hitap ederler. Genellikle
tarım işlerini birlikte görürler. Birbirlerine çok
zaman yemek verirler. Bu nişanlılık devresinde iki
aile birbirlerini daha yakından tanırlar.
Nişanlar (şerbet) yaz
işleri başlamadan veya bittikten sonra yapılır.
Yazın mecbur kalmadıkça nişan yapılmaz. Çünkü yazın
işlerin yoğun olması ve herkesin işinde gücünde
bulunması böyle gerektirir. Yine düğünlerde bu
zamanlar içinde yapılır. Dolayısıyla nişan ve
düğünler kış ayları içerisinde yapılırlar.
Kız tarafı Ramazan ve
Kurban bayramlarında, oğlan tarafına "yalık"
adı altında özel yemekler pişirip gönderirler. Kız
tarafından gelen bu yemekler oğlan evinde eş dost
ile birlikte yenir. Nişanlı oğlan ile sadıcı yakın
akraba ve arkadaşlarını yalık yemeğine
çağırırlar ve akşam "yalık" birlikte yenir.
Yalık genellikle bayram arifesi akşamı yenir.
Yalık kız evinden, nişanlı kızın arkadaşları
bir grup oluşturarak, akşama yakın topluca, herkes
tarafından görülecek şekilde oğlan evine götürülür.
Nişanlılık devresi
içinde yine ramazan veya kurban bayramı arifesinde
"gelinkız günü"yapılır. Gelinkızı oğlan
tarafı yapar. Bir bayram arifesi akşamı oğlan tarafı
kız evine gider. Yenilir, içilir, Sohbetler yapılır.
Gelinkız güzelce giyinir, süslenir, başına
bir yazma(örtme)örter ve misafirler tarafına geçer.
Kaynana, kayın baba adaylarının, varsa başka
büyüklerin ellerini öper, küçüklere hoş geldiniz der
ve onların yanına oturur. Bu sırada akraba
büyüklerinden birisi ayağa kalkar. Kızın babasına
dönerek söyle bakalım kızına ne veriyorsun. Kız
babası da ne vermek istiyorsa şunu şunu veriyorum
der.
Genellikle birer tane
koyun, dana, sarılira gibi hediyeler verilir. Sıra
kızın anasına sormaya gelir. Bu defa kızın anasına,
söyle bakalım kızına ne veriyorsun denir. Kız
anaları da genellikle elde dokuma kilim, çuval,
üzerinde tarhana yapmaya yarayan meldin gibi şeyler
verir.
Nişanlılık devresi
genellikle bir yıl sürer. Nadiren bir yıldan az
veya çok da olur. Nişanlılık devresinin sonuna doğru
oğlan evi aynen kız istemede olduğu gibi kız evine
kızı, düğüne istemeye giderler. Bu gidişte düğün
gününün tarihi, varsa çeyiz eksiklikleri, düğünün
nasıl yapılacağı konuları halledilir. İzinneme(resmi
nikah) günü tespit edilir. O gün gelip çattığında
kız tarafından bir kişi oğlan tarafından oğlan dahil
birkaç kişi topluca Demirci'ye resmi nikaha gidilir.
Oğlan ile nişanlısı ilk defa bu vesileyle bir araya
gelirler. Belki de birbirleriyle ilk defa burada
konuşurlar. Demirci’de doktor muayenesinden
geçerler, fotoğraf çektirirler. Eksik çeyiz varsa
onlar alınır. Tekrar geri köye dönülür.
Artık düğün günü
beklenmeye başlanır. Aileler düğünün nasıl olacağını
oğlan ve kızında fikri alınarak birlikte
kararlaştırırlar.
İcikler'de düğün iki
şekilde yapılır. Birincisi davul zurna ile, ikincisi
ise ilahi ile yapılır.
Düğün davul-zurna ile
yapılacaksa düğünden on-onbeş gün önce davulcu ve
zurnacıya oku(davetiye) verilir. ayrıca davet
edilecek(oku verilecek) misafirlere davetleri
verilir. İcikler'de davetiyenin bir özelliği halka
şeker veya kağıtlı şeker olmasıdır. Davetiyeler
dağıtıldıktan sonra yoğun şekilde düğün hazırlıkları
başlar. Bu hazırlıkların başında oğlan evinde
böreklik yufka açma, şavklık odun, meşe odunu
getirme ve ekmek yapmak gelir.
Düğünden üç-beş gün önce
oğlan evinde böreklik yufka yapmak için oğlan
tarafının akraba kadınları toplanırlar. Kadınların
kimisi hamur yoğurur, kimisi yufka açar, kimisi de
yufkaları pişirirler. Burada, akraba kadınları
arasında tam bir dayanışma örneği görülür. Hatta
araları bozuk olan akraba ve komşular bu vesileyle
barışırlar. Eski kırgınlıklar unutulur. Tam bir
birlik ve beraberlik içinde yardımlaşırlar. Yufkalar
pişirilerek yere serilen bezler üzerine üst üste
kuleler şeklinde yığılır.
DÜĞÜN
ODUNU GETİRME
Diğer taraftan
düğünde yakılacak odunlarda evlenecek oğlanın
arkadaşları tarafından büyük bir heyecanla dağlardan
kesilerek getirilir. Oduna iki defa gidilir.
Birincisi şavklık denilen kuru çam odunu, diğeri
meşe odunudur.
Odun getirme şöyle
olur. Önce şavklık oduna gidilir. Damat adayı ile
sadıcı ev ev dolaşarak eşeği olanlardan eşek,
beygiri olanlardan beygir isterler. Yaklaşık 20-30
dolaylarında eşek ve beygir toplanır. Damat adayı ve
sadıcının arkadaşları ve diğer köy gençlerinden
15-20 dolaylarında delikanlı eşek ve beygirleri
alarak dağa ormana, odun kesmeye giderler(Son
zamanlarda traktörlerle gidilmeye başlanmıştır). Kaç
tane hayvan varsa o kadar yük kuru çam odunu
hazırlanır. Çam odunlarının biraz çıralı cinsinden
olması tercih edilir. Çünkü adına layık olması
gerekir. Şavklık demek ışıklandırma demektir.
Köyümüzde yakın zamana kadar elektriğin olmaması
nedeniyle düğünlerde aydınlanma genellikle şavklık
denen bu çam odunlarıyla yapılır. Dağdan getirilen
şavklık odunlardan 4-5 yükü kız evine, diğerleri
oğlan evine indirilir.
Odunlar indirilip
yerleştirildikten sonra toplanan hayvanlar
sahiplerine teslim edilir. Bu arada oduna giden
gençler için sofralar hazırlanır. Topluca yemekler
yenir, meşe odunu getirmede buluşmak üzere bütün
gençler dağılır. Bir iki gün sonra gençler tekrar
toplanırlar aynı şekilde eşekler ve beygirler tekrar
toplanıp meşe odununa gidilir. Yine hayvan sayısı
kadar, odun yükü kesilip hazırlanır. Tek tek
hayvanlara sarılıp köye getirilir. Yine birkaç yük
kız evine, diğerleri oğlan evine indirilir. Aynı
şekilde hayvanlar sahiplerine teslim edilir. Topluca
hazırlanan yemekler yenir, düğünde tekrar buluşmak
üzere bütün gençler evlerine dağılırlar.
Düğünden bir gün önce
düğün ekmeği yapılır. Düğün ekmeğini oğlan tarafı ve
akrabaları yardımlaşarak yaparlar. Düğün ekmeği
oldukça çok yapılır. Köyümüzde bulunan fırınlardan
birinde 3-4 fırın birden yapılır. Yaklaşık bir fırın
25-30 tane ekmek alır. Ayrıca böreklerde toplu
olarak, ekmekler fırınlardan çıktıktan sonra burada
pişirilirler. Böylece düğün için yapılacak bütün
hazırlıklar tamamlanmış olur.
iciklerde
düğünler üç gün sürer. Ayrıca bu üç günün dışında
birinci "birinti"ve"gelin önü" günleri
de vardır. Böylece düğünün başlangıç ve bitiş
günleriyle birlikte beş günü bulur. İcikler’de düğün
salı veya cuma günleri başlar.
Gelinde ancak
perşembe veya pazar günleri çıkar. Bunun dışında
gelin çıkmaz. Bu genel açıklamaları yaptıktan sonra
şimdi icikler'de yapılan düğünlerin yapılışını
görelim.
Eğer düğün salı
başlayacaksa pazartesi akşamı köyün gençleri tek tek
damat adayı ve sadıcı tarafından "birintiye"çağrılır.
Yemekler yenir, türküler söylenir, sohbetler edilir.
Fakat davulcular bugün gelmediği için davul zurna
eşliğinde gençler oynayamamanın sıkıntısını
çekerler. Burada bazen türküler söylenirken, bazen
de türkülerin hikayeleri anlatılır. Anlatılan
hikayelerden birisi şöyledir.
Yakın
köylerden Börtlücede geçer olay. Börtlüce köyünden
İcikler'e düğüncüler gelir. Bu düğüncüler içinde
Ayşe adında nişanlı bir kızda vardır. Yanında kız
kardeşi feride, anneleri ve küçük oğlan kardeşi
Hüseyin'de oradadır. Anneleri annemin misafiri olur
İcikler’de. Bu hikayeyi annemden de onlarca defa
dinledim. Annem hem ağlar hem de anlatır.
İcikler’deki bu düğünde yenilir, içilir, söylenir,
oynanır ve düğün neşe içinde tamamlandıktan
sonra, Ayşe ve düğüncüler köylerine dönerler. Ertesi
sabah İcikler'e acı haber ulaşır. Eve vardıkları
gece toprak evleri üzerlerine çökmüştür. Evin
örslerinden birisi Ayşe ile Hüseyin ve analarını
başlarından bastırmış ve üçü de ölmüştür. Bunun
üzerine Ayşe’nin teyzesi, Ayşe ve Hüseyin için ağıt
yakmaya başlar. İşte bu ağıt dilden dile dolaşarak
türkü olur. Bu türkünün dizeleri şöyledir.
Turnalar katar katar
Köyümüze varmadan kalkar
Varında bakın köyümüze
Ölüler hatar hatar
Toz
oldu saçlarım
Ana
benim onüç ondört yaşlarım
Haline bak haline
Kınalar yakmış eline
Varında söylen nişanlıma
Girsin benim salıma
Toz
oldu saçlarım
Ana
benim onüç ondört yaşlarım
Koca bıçak bıcakta
Hüseyin'imiz kucakta
Varında söylen gülüzar
yengeme
Çeyizlerim sandıkta
Toz
oldu saçlarım
Ana
benim onüç ondört yaşlarım
Yine bir İcikler
türküsünün adı ve dizeleri de şöyledir.
BALPINARIN TAŞLARI
Bal pınarın taşları
Cıvıltaşır kuşları
Hasan ölmüş deyince
Ağlaşır gardaşları
İki taldan baktın mı
Sıpayı kurda sattın mı
Sıpayı kurda satınca
Eve gidip yattın mı
İki teneke balım var
Birisini yersem biri var
İki tane yar sevdim
Biri ölse biri var
Gece
bir-ikilere kadar bunun gibi türküler söylenir
sohbetler edilir.
Bu arada kız evinde
düğün bayrağı denilen bayrak dikme hazırlıkları
devam eder. İcikler'de düğün bayrağı iki tanedir.
Birinci bayrak düğün bayrağı diye anılır. Diğeri ise
yaren bayrağıdır. Yaren bayrağı normal Türk
bayrağıdır. Düğün bayrağı pullarla süslenmiş adına "al"
denilen kırmızı bir bezden dikilir. Bu bayrağın her
yanı kağıtlardan yapılmış çiçek ve yine çeşitli
renkli kağıtlardan yapılmış resim ve şekillerle
süslenir. Uzun ve düzgün bir ağaç değneğin üzerine
takılır. Değneğin en ucuna bir hilal, onunda üst
tarafına büyükçe bir elma takılır. Bu bayrağı
oğlanın teyze oğlu varsa teyze oğlu çeker, yoksa
amcasının(emmisinin)oğlu, oda yoksa dayısının oğlu,
şayet oda yoksa hala oğlu veya yakın akrabalardan
bir genç çeker. Yaren bayrağını (Türk bayrağını)
ise köy gençliğinden efebaşı tarafından
görevlendirilen bir genç çeker.
Salı sabahı veya cuma
sabahı şafakla birlikte düğün bayrağı bir-iki el
silah sesiyle birlikte oğlan evinin herkes
tarafından görülebilecek bir yerine bayraktar
tarafından dikilir veya asılır. bugünden itibaren
düğün artık resmen başlamıştır. İcikler'de her düğün
gününün adı vardır.
Bunlar şöyledir.
1-Birinci birinti
günü(Gençlerin birintisi. Pazartesi
akşamı veya perşembe
akşamıdır)
2-Dübek( Düğünün
birinci günüdür. Aynı zamanda
akşam yaşlılar
birintisidir)
3-Döşşek(Düğünün
ikinci günüdür)
4-Çeyiz(Gelin)
günü veya gelin alma günü(Düğünün 3.günü)
5-Gelin önü
şeklinde
isimlerle anılır. Şimdi düğünün birinci gününden
itibaren yani "dübek"gününden başlamak üzere
düğünün gelişimini açıklayalım.
DÜBEK
Salı veya cuma günü
şafakla birlikte iki el silah atılarak dikilen
bayrakla birlikte, düğünün başladığı ilan edilir.
Bugünden itibaren sabah
erkenden yemek kazanları, oğlan evinin önüne veya
avlu varsa, avluya vurulur ve kazanlar kaynamaya
başlar. İcikler köyü düğünlerinde her zaman belli
yemekler pişer.
Bunlar şöyledir.
1-Et yahni
2- Kıyma hamur veya
şehriye çorbası
3-Nohut veya kuru
fasulye
4-Kart kabak yemeği
5-Bulgur pilavı
6-Hoşaf
7-Keşkek
8-Börek
9-Basma un helvası
Düğün boyunca bu
yemekler değişmeden devamlı misafirlere ve komşulara
verilir.
Düğünün birinci günü
davulcu ve zurnacılar gelir. Bunlar en geç öğleye
kadar düğün yerinde olurlar. Etlik hayvanlar dübek
günü kesilir. İkindi namazından sonra davul zurna
eşliğinde köy meydanında bulunan dübeğe keşkek
dövmeye gidilir.
Keşkek dövmeye şöyle
gidilir. Oğlan evinden sadıcın sırtına bir çuval
buğday yüklenir. Aynen şerbet günü şeker çuvalının
götürülmesinde olduğu gibi çuvalın üstüne bir kilim
örtülüp üzerine de küçük bir çocuk bindirilir ve
davul zurna eşliğinde köy meydanında bulunan dübeğe
varılır. Buğday dübeğe doldurulur ve hafifçe
ıslatılır. İki genç ellerine birer T şeklinde
toku alarak karşı karşıya geçip başlarlar döğmeye.
Gençlerin kimisi dübek döverken kimisi de dübeğin
çevresinde oynarlar. Yaklaşık bu keşkek dövme işi
bir-iki saat sürer. İşin ilginç yanı keşkeğin
dövmesi gençlerden, kıvama gelip gelmediği yemek
pişiren kadınlardan sorulur.
Gençler keşkeği döver
döver, orada bulunan kadınlara,
-“Teyze, yenge, hele
bakıverin şu keşkek oldumu” derler.
Keşkeğin olup olmadığına
bakan kadınlar,
-“İkiyo daha dövün
bakalım” derler.
Tekrar gençler keşkeği
dövmeye başlarlar. Yine döv bakalım döv.
-“Teyze hele bakın
bakalım olmadı mı daha şu keşkek” derler.
Yine bakılır, tekrar
-“İkiyo daha dövüverin
bakalım” derler.
Bu durum 5-10 defa
böyle tekrarlanır gider.
Gençler buna karşılık
derler ki,
- “Teyzeler, yengeler
bize kastınız mı var, öldüreceksiniz bizi, haydi
yetiversin deyiverin artık , bizim adam olacak
yanımız kalmadı” derler.
Kadınlar da,
-“Abe yavrum aslında biz
sizi düşünüyoruz. Eğer keşkeğin kabuğu iyi
soyulmazsa siz yerken ağzınıza batar, size
kıyamıyoruz” derler.
Dübekdeki gençlerde ;
-“Yengeler, teyzeler siz
hiç merak etmeyin biz onları çiğnemeden de yutarız
yeter ki siz oldu deyinde gerisi kolay” derler.
Bu karşılıklı
konuşmalardan sonra keşkek dövülmesi tamamlanır.
Yine gelişte olduğu gibi
keşkek çuvalı sadıcın sırtına yüklenerek, üzerine
bir kilim atılarak birde çocuk bindirilir ve oğlan
evine davul zurna eşliğinde tekrar götürülür. Bu
sırada akşam yaklaşmak üzeredir. Biraz sonra kız
evinden oğlan evine bir gurup kız, yarılmış çam
odunu (şavklık)almaya geleceklerdir. Eline
nacak(balta) kapan gençler keşkek dövmenin
yorgunluğu geçmeden başlarlar çam odunu yarmaya.
Çam odunu karşılıklı
iki kişi tarafından yarılır. Birisi nacağı(balta)
odunun bir tarafına kuvvetlice vurur ve oduna
saplanan nacak çıkarılmaz. Ne zamanki karşı
taraftaki delikanlı nacağını vursun ve oduna
batırsın. Böylece hem kız evinin hem de oğlan evinin
o gece yakacağı odun yarılır. Odun yarma işi
bittiğinde kız evinden gelin olacak kızın
arkadaşları bir gurup halinde odun almaya gelirler.
Bütün kızlar götürebileceği kadar kucağına odun alıp
kız evine götürürler. Bu durum hem dübek günü, hem
de döşşek günü devam eder. Odun almaya gelen kızları
görmek isteyen birçok delikanlı o çevrede toplanıp
kızlara bakarlar. Odun yarma işi bittikten sonra
yemekler yenir akşam eğlencede buluşmak üzere
dağılırlar.
Dübek günü akşamı, daha
önceden de belirtildiği gibi yaşlılar birinti
günüdür. Keşkek dövmekten gelip yemekler yendikten
sonra oğlan(Damat Adayı)ile sadıcı köyün yaşlılarını
evlerine giderek, tek tek akşama "birintiye"
çağırırlar. Akşam namazından sonra müsait olan
herkes oğlan evine gelir. Yemekler yenir yenmez
yaşlılar düğün evinden ayrılırlar. Henk(Eğlence)
için gençler toplanmaya başlar. Evin ortası oynamak
için açılır. Gençler halkalar halinde çevreye
dizilirler. Gençler davulculara, vur bakalım davulcu
bir harmandalıda oynayalım diyerek başlarlar
oynamaya.
İcikler
köyündeki düğünlerde şu oyun havalarına oynanır.
1-Harmandalı
2-İslâmoğlu
3-Sepetçioğlu
4-Köroğlu
5-İkiparmak
6-İzmir
7-Karataş
8-Bergama
9-Akhisar
10-Selendi
11-Sındırgı
12-Sarısu
13-Çekirdeksiz
14-Siyah makara
15-Diğer zeybekler gibi
oyun havalarına oynanır.
Oynamak istemeyen
gençlerin ellerinden tutularak zorlada olsa ortaya
çekilir ve oynatılır. İcikler'de zeybek oyunlarından
başka oyunlara oynanmaz. Kırık hava denilen diğer
oyun havalarına oynayanlar pek hoş karşılanmaz.
Çünkü o kırık havalar köçek oyun havası olarak
kabul edilir. Hatta bu oyunları oynayanlara o köçek,
ona kız mı verilir diye sözlerde edilir. Onun için
bu tip oyunlar gençler tarafından pek oynanmaz. Gece
saat 1-2'lere kadar henk(eğlence)devam eder. Bundan
sonra herkes evlerine dağılır.
DÖŞŞEK
Düğünün ikinci günü
döşşek günüdür. Sabah saat dokuz sıralarında
bayraktar başta olmak üzere davul-zurna eşliğinde
oğlan tarafının akrabası ve eşinin dostunun, kimlere
oku verildiyse evlerinin önlerine gidilerek nöbet
çalınır. Yani evlerin önlerinde durularak birkaç
dakika davul zurna çalınır, davulcu tarafından
türküler söylenir, maniler okunur. Nöbet çalınan
evlerden elek, kalbur ve siniler içine konulan
basma, kumaş, nohut, fasulye, börek ve benzeri
okular küçük çocuklar tarafından alınarak oğlan
evine götürülür. Bu tepsilerin üzeri en güzel
yazmalarla örtülür. Çocuklar bu sini, kalbur ve
elekleri başlarının üzerine koyarak götürürler. O
manzara görmeye değer bir görüntü oluşturur. Aynı
şekilde bütün oku verilen evlerden nöbet çalgısıyla
birlikte alınan okular oğlan evine taşınır.
Öğleye yakın, döşşek
için kız evine gitme hazırlıkları başlar. Öğle
namazından çıktıktan sonra oğlanın çeyizleri
sandıklara yerleştirilmiş halde atlara yüklenir(son
zamanlarda traktörlere yüklenmeye başlanmıştır).
Konu komşu, oğlan tarafında, o anda kimler varsa
davul zurna eşliğinde kız evine gidilir. Çeyizler
atlardan indirilip kız evine çıkarılır. Orada
bulunan yaşlı, genç kim varsa oynar. Oyun bittikten
sonra kız evine çıkılır ve gelen bütün herkese yemek
verilir. Yalnız bayraktarın buradan başlamak üzere
bayrağına ve ayakkabısına sahip olması gerekir. Kız
evindeki kızların gözleri bayraktarın bayrağı ve
ayakkabıları üstündedir. Bunlardan birini kaptıran
bayraktarın işi hayli zorlaşır. Kaptırılan ayakkabı
veya bayrağı öyle kolay kolay sakladıkları yerden
çıkarmazlar. Bayraktara hayli eziyet ederler.
Bayraktar kızların gönüllerini belli para
karşılığında eder ve ondan sonra ayakkabı ve bayrak
bulunur. Bundan dolayı bayraktarlar kız evine her
gittiklerinde evin içine ayakkabılarıyla girip
çıkarlar veya bayrak ve ayakkabılarını daima
ellerinde taşımak zorunda kalırlar.
Oğlan tarafından gelen
eşyalara kız tarafında herkes tarafından bakılır ve
yine tekrar davul zurna eşliğinde oğlan evine
dönülür. Döşşekteki henk sönük geçer. Asıl henk
akşam olacak kına gecesinde ve ertesi günkü çeyizde
olur.
Dışardan gelecek
düğüncüler genellikle köyümüze döşşek günü gelir.
Dışardan gelen düğüncüler doğrudan köye girmezler.
Köyün dışında bir yere geldiklerinde silah atarlar.
Silah sesini duyan köyden herhangi biri hemen düğün
evine haber verir. Bayraktar yanına davul ve
zurnacıyı alarak düğüncülerin yanına kadar gider,
misafirleri karşılar ve hoş geldiniz diyerek onları
davul zurna eşliğinde köye getirip misafir olarak
kalacakları yerlere yerleştirir. Düğüncüler eğer
davul zurnayla karşılamaya gelinmezse kesinlikle
köye girmezler. Karşılamaya gelinceye kadar
beklerler. Ara sıra silah atarak biz hala buradayız
mesajı verirler. Dolayısıyla ne yapıp edip
düğüncüleri bayraktar oradan almak zorunda kalır.
Köy dışından alınan düğüncüler oynaya oynaya
yerleştirilecekleri eve götürülürler. İcikler'in
güzel geleneklerinden biride budur. Bu durum kına
gecesi vaktine kadar devam eder. Eğer düğüncüler
kına gecesi zamanına kadar gelmemişse bu karşılama
haklarını kaybederler.
Döşşek gününün en
hareketli ve sabırsızlıkla beklenen anı kına
gecesidir. Şimdide kına gecesini açıklamaya
çalışalım.
İcikler köyü yaklaşık üç
yüz(300) hane ve nüfusu da ikibin (2000)
dolaylarında olduğunu daha önce söylemiştik. Kına
gecesi günü köyün yüzde altmış yetmişi kına gecesine
mutlaka bakmaya gelir. İşte bu ölçü kına gecesinin
ne kadar kalabalık ve hareketli olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir. Kış demez, soğuk demez, çamur
demez herkes kına yerine akın eder. Kına gecesi kız
evinin önünde yapılır.
Kına gecesi akşamı
kızlar ve kadınlar kız evinde, erkekler oğlan evinde
kına vaktine kadar henk ederler. Kesinlikle kızların
oyunlarına erkekler bakamaz. Evlerin dışarıya açık
yerleri varsa oralar kilim veya bezlerle kapatılır.
Erkeklerde oğlan evinde,
müsait değilse yakın bir komşu veya akrabanın evinde
henk ederler. Köyün gençlerinin büyük çoğunluğu henk
evinde toplanırlar. Topluca veya tek tek oynarlar.
Topluca veya tek tek türkü söylerler.
Yatsı ezanı okunup
namazdan çıkıldıktan sonra kınaya gitmek için hemen
hazırlıklar başlar. Bu hazırlıkları Efebaşılar
yaparlar.
Efebaşılar
seymenleri(efeleri) seçer ve meşaleleri
hazırlatırlar.
Efebaşı:
Düğünü
kına gecesinden itibaren yöneten seymenleri seçen,
gençler adına düğün sahipleriyle iletişimi sağlayan,
düğünü yapma karşılığında yapılacak pazarlığı
yürüten iki kişiden oluşan ekiptir.
Seymen(efe):
Efebaşılar
tarafından seçilen, kına gecesinde, ertesi günkü
çeyiz ve gelin almada bıçak çeken(bıçakla oyun
oynayan)gençlerdir.
Efebaşılar Meşaleleri
hazırlatırlar(Köyümüze elektrikler gelmeden önce).
Bir ağaç sap üzerine teneke kutular çakılır, içine
kül doldurulup gazyağı dökülürek meşaleler yakılır.
Bunların ışığında kına yerine doğru yola çıkılır.
Elinde gazyağı şişesi bulunan bir damat yakını
sönmeye yüz tutan meşalelere devamlı olarak gazyağı
takviyesi yapar.
Efebaşılar, bir önceki
düğünü yapan efebaşılardan, seymenlerin bıçaklarını
ve efebaşı kılıçlarını getirirler ve düğün evinin
önüne gelerek gençleri aşağıya davet ederler.
Gençlerden seymen olacaklar sıraya geçsin denilir.
Seymenler yaklaşık altı veya sekiz çiftten oluşur.
Sıraya geçen gençlere efebaşılar birer çift özel
lama demirden yapılmış uçları üçgen şeklinde
bıçaklar dağıtılır. Bu sırada oğlan evi efebaşılarla
bütün seymenlere satın mendil dağıtır. Bu mendiller
efebaşı ve seymenler(efeler)tarafından kılıç ve
bıçakların saplarına bağlanır. Bu hazırlıklardan
sonra efebaşılar şöyle bağırırlar.
Efebaşılar;
Ne edelim allahım ne
edeliiiiiim
Seymenler de şöyle
karşılık verirler
Eheheeeeeeeeeeeeeeeeeee!
Efebaşılar;
Abdurrahman edeliiiiiim
Seymenler;
Eheheeeeeeeeeeeeeeeee!
Efebaşılar;
Haydi arkadaşlar hayır
safa ile
Kına gecesine
gideliiiim.
Seymenler;
Eheheeeeeeeeeeeeeeeee!
diyerek kına gecesine
gidişin başladığını bütün herkese duyurmuş olurlar.
Efeler, Efebaşıların her dizesinden sonra düğün
boyunca bu eheheeeeeeeee! nakaratını
söylerler. Davul zurnada bu haykırıştan sonra hemen
bıçak havasını çalmaya başlarlar. Bütün gençler hep
bir ağızdan haydi effeeem! diye bağırarak kız
evine doğru yola çıkıldığının işaretini verirler. Bu
sırada kız evinde bulunan kız ve kadınlar öbek öbek
kız evinin çevresindeki evlerin dambaşlarına
(toprak evlerin üzerlerine), balkonlara
doluşurlar.Düğün alayı gelmeden herkes yerlerini
alırlar.
Seymenler ağır ağır
oynayarak köyün içi dolaşılır. Ara sıra seymenler
yere çökerek durdukları yerde hem oynarlar hemde "haydi
effeeem" diye bağırırlar.
Ayrıca yabandan gelen
misafirlerde kaldıkları evlerden seymenler
tarafından alınırlar. Misafirlerin kaldığı evin
önüne varıldığında düğün alayı durur. Efebaşılar
misafirlere şöyle seslenirler.
Eş olsun yarenler eş
olsuuun
seymenler;
Eheheeeeeeeeeeeeeeeee!
Efebaşılar
Yağmur yağsın yaş
olsuuun
Seymenler;
Eheheeeeeeeeeeeeeeeee!
efebaşılar;
Bütün misafir arkadaşlar
Bayrağımızın altına
buyursuuun
Seymenler;
Eheheeeeeeeeeeeeeeeee!
diye bağırarak
misafirleri kınaya gitmeye çağırırlar.
Bazı misafirler
nazlanarak hemen aşağı inmezler. Bunun üzerine
yukarıdaki tekerleme tekrar söylenir. Aşağı inen
misafirler yaren bayrağının altına geçerler. Daha
önceden anlatılmıştı yaren bayrağı normal Türk
bayrağıdır. Kaç tane evde misafir varsa hepsi aynı
şekilde evlerden alınarak kına yerine doğru
gidilmeye başlanır.
Kına yeri bu arada
yakılan meydan ocaklarıyla aydınlatılmış olmaktadır.
Ateş biraz sönmeye başladığında kuru pıynar
çırpılarıyla veya şavklık çam odunlarıyla devamlı
yanar halde tutulur ki kına yeri karanlıkta
kalmasın. Kına yeri son zamanlarda lükslerle
aydınlatılmaya başlanmıştır(elektrikler gelmeden
önce).
Kına alanına
girildiğinde efebaşılar şöyle bağırırlar.
Koyunu saldık kuzaaa
Yayıldı çıktı düzeee
Selamünaleyküm
Ağalar beyler
Kınanızı yapmaya geldik
sizeeee
Kına yerine varan
seymenler tek tek dizilerek bir çember oluştururlar.
Enbaşta efebaşılar, onların arkasında bayraktar ve
bayrak altındaki yarenler, yarenlerin arkasından
seymenler sıralanırlar. Onların bittiği yerden
itibaren diğer gençler ve vatandaşlar sıralanır.
Bütün efebaşı ve seymenler kılıç ve bıçaklarını
uçlarında mendiller bağlı olduğu şekilde kendi
önlerine yere batırırlar ve oyun sıralarını
beklerler.
Oynamaya önce
efebaşılardan başlanır. İki efebaşı bazen tek tek
bazen ikisi birlikte çıkıp oyunu başlatırlar.
Efebaşılardan sonra oynama sırası bayraktar ve
yarenlere, onlardan sonra seymenlere gelir.
Bayraktar, yaren ve Seymenler de bazıları tek tek
bazıları da ikişerli veya üçerli şeklinde meydana
çıkıp oynarlar. Bazıları da seymen olmayan
arkadaşlarının gidip kolundan tutarak ortaya
çekerler ve birlikte oynarlar. Ara-sıra “haydi
effem hey” diye nara atarlar.
Efebaşılar ara sıra
araya girerek şöyle bağırırlar. Derler ki;
Ne olsun Allahım ne
olsun
Açılan güller solsun
Damadın babasından
Çift samsun meydan
görsün
Seymenler de hep bir
ağızdan eheheeeeeeeeeeee diye yüksek sesle
bağırırlar. Kendisinden iki paket istenen
oğlan babası zaten buna hazırlıklı gelmiştir.Hemen
cebinden iki paket Samsun sigarasını çıkarıp havadan
efebaşılara atar. Efebaşılar sigara paketlerini
havada kapmaya çalışır. Kapılan veya yere düşüp de
alınan sigara paketleri açılarak bayraktar ve
seymenlerden başlamak üzere tek tek düğün yerindeki
sigara içen herkese dağıtılır. Eğer sigara yetmezse
efebaşılar tekrar sigara istemek için başlarını
birbirlerine yaklaştırarak;
Ne olsun Allahım ne
olsun
Açılan güller solsun
Damat sadıcından
Çift paket meydan
görsün
diye ortalığı
inletircesine bağırırlar. Efebaşıların peşinden bu
defa seymenler eheheeeeeee diye avazları
çıktığınca bağırırlar.
Seymenlerin oynaması
bittikten sonra kına gecesinde bulunan damat
akrabaları, arkadaşları ve oynamak isteyen herkes
oynar. Hemen şunu da belirtelim. Damat ile sadıç
kesinlikle oynamaz. Damat ve sadıç ancak gelin
sabahı, gelin önünde oynarlar. Eğer oynayacak
olurlarsa efeler tarafından cezalandırılırlar. Ceza
olarak ya para alınır yada çerez aldırılır.
Yine bu oyunlar
arasında efebaşıların nidaları duyulur.
Ne olsun Allahım ne
olsun
Açılan güller solsun
Düğün kahyasından
Yüzlira meydan görsün
diye bağırırlar. Alınan
bu paralarla ya sigara alınıp kına yerinde dağıtılır
yada düğün bittiği gün akşam kasayla lokum alınıp
seymenler tarafından topluca yenir.
Kınada en dikkat çeken
oyun efebaşıların oyunlarıdır .Efebaşılar ağır
oyunlar oynarlar. İlk başlangıçta harmandalıyla
başlarlar. İzmir'le devam ederler. Genellikle ikişer
oyun havasına oynarlar. Daha önceden de
belirttiğimiz gibi hep zeybek havalarına oynanır.
Oynanan oyun
havalarından bazılarını tekrar edecek olursak;
Harmandalı
İslâmoğlu
Sepetcioğlu
Karataş
İzmir
Sarısu
İkiparmak
Akhisar v.b
gibi oyun
havalarına oynanır daha çok.
Kınanın en güzel tarafı
genellikle sona saklanır. Seymenler ve oynayacak
olan gençler bittikten sonra sıra çeşitli oyunlar
çıkarmaya gelir.
Kınada daha çok kız
kaçırma oyunları, askerlik oyunları, köçekçilik ve
kemik devesi gibi oyunlar ortaya konur.
Kız kaçırma oyununda
gençlerden birisi kadın kılığına girer. Bu kadın,
köçek olduğu için düğün meydanlarında çok kıvrak ve
hareketli oyunlar oynar. Köçek kadınla oynamaya
çıkan pos bıyıklı delikanlı bu köçeğe göz koyar.
Fakat çevredekiler bunu hoş karşılamazlar. Bunun
üzerine pos bıyıklı delikanlı kılıcı çekerek
herkesin gözü önünde köçeği kaçırır. Bu arada hemen
jandarmaya haber verilir. Hemen eli silahlı iki
jandarma gelir. Kızı kaçıranları aramaya gider. Bu
ve buna benzer çeşitli oyunlar çıkarılır. Bu oyunlar
icikler'de çok ilgi çeker.
Bazen de kemik devesi
oyunu çıkarılır. Ağaçlardan bir kemik devesi
yapılır. Kemik devesinin başı genellikle
ölmüş kuru at kafası, yoksa yine kuru eşek
kafasından olur. Devenin boynu ve kaburgaları
ağaçtan, kafası kuru at veya eşek kafası, ayakları
ise dört tane gençten oluşur. Devenin sırtına ve
kafasına kadar olan kısma kilimler sarılır. Kilimler
yere değecek şekilde sarkıtılır. Çünkü ayak olacak
dört gencin görülmemesi gerekir. Kemik devesinin alt
çenesine bağlanan uzunca bir ip burun deliklerinden
çıkarılır. Bu ip devenin yularıdır. Kemik devesinin
birde sahibi(deveci) vardır. Deve sahibi devenin
yuları olan ipten tutarak kına meydanında sağa sola
gezdirmeye başlar. Ara sıra kadın ve kızların
arasına dalarak kınacıların bağrışmalarına sağa sola
kaçışmalarına ve kahkahaların atılmasına sebep olur.
Devecinin ara sıra ipi aşağı yukarı bırakıp
çekmesiyle kemik devesinin ağzı şak şak diye sesler
çıkarır. İnsanlar, özellikle çocuklar bizi ısıracak
diye çığlıklar atarlar. Bazen deve yere
ıhırılarak(çöktürülerek) üzerine gençlerden bir-iki
kişi bindirilip kına meydanında dolaştırılır.
Kına geceleri genellikle
birlikte oynanan İslâmoğlu oyun havasına oynanarak
bitirilir.
Bu oyun ve gösterilerden
sonra kına gecesi tamamlanır. Oyunun bittiğini
efebaşıların şu tekerlemeleri ilan eder.
Yekinin kızlar yekiniiin
Karabulut gibi çekiniiin
Kınanız yetmediyse
Keçiboku yakınııın
Bütün seymenler her
dizeden sonra, yine hep bir ağızdan eheheeeeee
diye yeri göğü inletirler.
Hemen seymenler eşleşir,
yarenler bayrak altında toplanıp harekete hazır hale
gelirler. Efebaşıların işaretiyle bıçak havası
çalınmaya başlar ve efebaşılar oğlan evine gitmek
üzere kız evinden ayrılırlar. Yine köyün içinden
oynaya oynaya, bağıra, bağıra, oğlan evinin önüne
varılır. Davullar susar yine efebaşıların şu
nidaları duyulur.
Eş olsun yarenler eş
olsuuun
Yağmur yağsın yaş
olsuuun
Kınanızı yapıverdik
Hatırcığınız hoş olsuuun
diyerek oğlan evine
kınanın yapılıp gelindiğinin mesajı verilir. Oğlanın
babası veya annesi efebaşıların yanına gelerek
“Allah sizlerin hepsinden razı olsun yavrularım”
diyerek düğün ekibine hayır duada bulunurlar. Hemen
oğlan evine çıkılır ve düğün alayına yemek verilir.
Yemekler yendikten sonra efebaşılardan biri,
seymenlerden bıçakları çeyizde vermek üzere sayarak
toplar ve şöyle der. “Biliyorsunuz yarın öğle
namazından sonra çeyiz var. Yarın işi olan veya
çeyize gelemeyecek olan var mı, varsa haberimiz
olsun yerine adam koyalım” derler. Gelemeyecek olan
olursa onlar tespit edilir. Yarın çeyizde buluşmak
üzere hepinize hayırlı geceler diliyorum diyerek
efebaşılar evlerine giderler. Düğün evinde kalan
bazı gençler davulcuların gönüllerini alarak evin
ortasını boşaltırlar. Vur bakalım davulcu şu havayı
diyerek oynamaya devam ederler. ---------Ayrıca,
koro halinde halk türküleri söyleyip eğlenmeye
devam ederler. Uzun kış gecelerinde bu henkler(eğlenceler)
sabaha karşıya kadar devam eder.
Bu arada kız evi bir
hayli hareketlidir. Çünkü kıza kına yakılacaktır.
Gelin adayının bütün arkadaşları, eşi dostu,
akrabası ve meraklılar büyük bir tepsi içinde kına
kararlar. Bu arada kına gelirken oğlan evinden
getirilen çerezler topluca yenir, sohbetler edilir.
Hazırlanan kına gelin adayının ellerine, ayaklarına
ve başına yakılır. Elleri, ayakları ve başı sarılır,
yatağa yatırılır. Ayrıca kız evinde bulunan
kızlardan gelin adayının yanında kalacak olanlar
kınayı orada yakınırlar, kendi evine gidecekler kına
alarak evlerine götürüp evlerinde yakınırlar.
Oğlanın sadıcı olduğu
gibi kızında gadeş'i(kızın sadıcı) vardır.
Düğün boyunca gelin olacak kıza gadeş'i yardımcı
olur.
Düğün boyunca gadeş
gelin evinde yatar kalkar. Üzerine düşen her görevi
yapmaya çalışır. Bu gadeş'lik çocuk yaşlarda
seçilir. Aynen sadıçlık da olduğu gibi. Köyümüzde
sadıçlık ve gadeşlik aynen kardeşlik
mertebesindedir. İnsanlar hayat boyu bu yakınlık ve
samimiyeti sürdürmeye gayret ederler. Sadıç ve
gadeşler birbirlerine kesinlikle isimleriyle hitap
etmezler. Hep sadıç ve gadeş diye hitap ederler.
Gelinkız sabah
uyandıktan sonra kınalar yıkanır. Herkes kınaların
ellere ayaklara iyi girip girmediğine bakarlar.
Kınaların ne kadarda yakıştığı, laleler gibi olduğu
söylenir.
Kuşluk vakti bayraktar
başta olmak üzere davul-zurna eşliğinde yine
oku(Davetiye)verilen evlerin önüne gidilerek nöbet
çalınır. Davulcu çeşitli türküler söyler maniler
okur. Çocuklar davulcuların peşinden oradan oraya
koşuştururlar. Bu arada oğlan evine götürülmemiş
okular varsa çocuklar onları alıp başlarının
üzerlerine koyup öyle dolaşırlar. Bu son nöbetde
çalındıktan sonra oğlan evine dönülerek çeyiz
hazırlıklarına başlanır.
Devam >>